Çadırla verdiğim mücadele sonucunda kaybederek yere oturdum. Çok gıcık bir aletti, becerememiştim. Canım çadır arkadaşım Jungkook ise geldiğimizden beri ortalarda görünmüyordu. Resmen tüm işi bana bırakıp kaçmıştı. İlerdeki seslere baktığımda Taehyung ve arkadaşının eğlenerek çadırı kurduklarını görmüştüm. Onun eğlendiğini görmek sevindiriyordu.
"Neden oturuyorsun?"
Sinirle gelene baktım. Dudakları gereğinden fazla kırmızıydı ve yüzünde haz dolu bir ifade vardı. Bu görüntü sonucunda aklıma tek bir şey geliyordu.
"Ne yani, beni bu salak şeyle bırakıp yiyişmeye mi gittin? Sana cidden inanamıyorum."
Ayağa kalkıp somurtarak başka tarafa yürüdüğüm sırada kolumu tutmuştu. Gözleri bu sefer koyu tondaydı. Lenslerin renk değiştirdiğini sanmıyordum ama bir insan gözü çok nadir böyle olurdu. Jungkook o nadir kişiler arasında mıydı? Ya da basit bir lensti ve ışıktan dolayı böyle görüyordum. Evet, bu daha mantıklıydı.
"Bazen beni zorluyorsun." Dedikten sonra gözlerime biraz daha bakıp kolumu bırakmıştı. Bu ne demekti şimdi? Üzerinde çok durmayarak göz devirdim ve az önce gitmek üzere olduğum Namjoon hyungların yanına yürüdüm. Çadırı kendisi kurabilirdi. Hem inkar da etmemişti, yani biriyle yiyişmeye gitmişti. Bu niye beni üzmüştü? Biraz... çok az.
"Selam."
Taehyung, Namjoon hyungla şakalaşmayı kesip bana sarılmıştı. Gülümseyerek ben de kollarımı beline doladım. Yokluğunu her zaman hissediyordum.
"İyi anlaşıyor görünüyorsunuz."
İlerde başkalarıyla konuşan çocuğu göstererek kenara koyulan sandalyeye oturdum. Namjoon hyung işi olduğunu söyleyip giderken Taehyung da benim yanıma oturmuştu.
"Evet, çok eğlenceli biri." Elini ağzına siper ederek bana doğru eğildi. "Jung Jaehyun'dan hoşlanıyormuş."
Jaehyun'u tanıyordum. Birkaç kez konuşmuşluğumuz vardı. Taehyung, çocuğa seslendiğinde arkadaşıyla konuşmayı bırakarak bize katılmıştı.
"Merhaba, ben Taeyong. Sen de Park Jimin'sin, öyle değil mi? Taehyung senden çok bahsetti."
Gülümseyerek uzattığı elini sıktım. Taehyung'un benden bahsetmiş olması beni gururlandırmıştı. Onun için ilerde duran boş sandalyelerden birini getirdim. Teşekkür ederek oturmuş ve sohbet etmeye başlamıştık. En azından sohbet etmeyi biliyordu, Jungkook gibi değildi.
"Jungkook'la nasıl gidiyor?"
"Jeon Jungkook'la mı eşsin?"
Taehyung'un sorusunu yanıtlayacakken Taeyong farklı bir şey sormuştu bu yüzden önce onun sorusuna kafa salladım.
"İyi gitmiyor. Otobüste çok sıkıldım, hiç konuşmuyor neredeyse. Ve az önce de çadırı bana bırakıp yiyişmeye gitmiş!"
Sessizce yakınarak söylediğim cümleler ikiliyi güldürmüştü. Susmaları için ters bir bakış attığımda daha çok gülmeye başladılar. Bu sinirimi bozmuştu. Gitmek için ayağa kalkacakken Taehyung durdurmuştu.
"Jungkook'un sevgilisine acıyorum aslında, kim bilir neler çekiyordur?"
Sessiz olmasını anlatarak parmağımı dudaklarıma bastırdım. "Sessiz ol, duyacak."
Omzunu silkerek elini havada savurdu. "Aman, nereden duyacak ki?"
"Belki sevgilisine karşı böyle değildir."
Taeyong haklı olabilirdi. Biz onun özel hayatını nereden bilecektik ki? İnsan sevdiğine karşı daha yumuşak, sevecen olurdu. Büyük ihtimalle o da öyleydi. Yani Jeon Jungkook nasıl sevecen olabilirse artık.
"Ben çadıra gidiyorum, akşam yemeğine kadar dinleneceğim."
"Dur, ben de geliyorum."
Taehyung, yanağıma öpücük bırakarak kalktığında bende çadıra gitmek için hareketlendim. Görünürlerde yine yoktu. Nereye gittiğini düşünürken çadırın fermuarını indirerek kafamı içeri soktum. Gördüğüm kaslı sırt ile dudaklarım aralanırken o yavaşça bana dönmüştü. Utanarak geri çıkacağım sırada tişörtündeki kanı gördüm. Vücudumu tamamen içeri sokarak fermuarı kapattım.
"İyi misin? Bu kan ne?"
"İyiyim, önemli bir şey değil."
"Emin misin?" Ellerimle vücuduna dokunup bir yerinde bir şey olup olmadığını kontrol edecektim ki soğukla ellerimi hızla geri çektim. Onun vücudu gerçekten soğuktu. Buzdolabından bir farkı yoktu.
"İyiyim, dedim."
Bir anda derinleşen sesi beni ürkütürken çadırın farklı bir köşesine sindim. Gelirken uyuduğum için uykum yoktu. Akşam yemeğine kadar video izlemeye karar vererek telefonumu elime aldım. İzlediğim herhangi videolardan bir tanesini açmıştım. Fakat odağım tamamen Jungkook'daydı. Kendimi bir türlü videoya veremiyordum.
O da benim gibi bağdaş kurarak oturmuş öylece yere bakıyordu. Aklım hala çantasına koyduğu kanlı tişörtteydi. Görünürde bir şey yoktu ama endişelenmiştim. Ona bakmayı kesip iç çekerek telefonuma döndüm. İki gün böyle mi geçecekti yani? Sadece oturup birbirimizin nefes seslerini dinleyecektik anlaşılan. Gürültüye bayılan biri değildim ama bu kadarı da fazlaydı sanki.
Ne olurdu sanki konuşmayı bilen, eğlenceli biriyle eşleşseydim!
Sıkıntıdan bilekliğimle oynarken aniden kopmuş ve çıkan demiri parmağıma girmişti. Oranın kanamasını sağlarken acıyla parmağımı çektim.
"Lanet!"
Bilekliği tamamen kolumdan çıkarıp kenara fırlatmış ve çantamdan peçete almak için arkamı dönmüştüm. Ancak koyduğum paketi bir türlü bulamıyordum. Taehyung almış olmalıydı.
"Peçeten var mı? Sanırım benimkini Taehyung aldı."
Cevap vermesini beklerken parmağımla ilgileniyordum. Küçük bir delikten fazla kan çıkmıştı. Ses vermediğini fark ederek ona döndüm.
"Jung- gözlerin."
Gözleri neden kırmızıydı?
____________
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum bebekler 🥺❤️
~Maria
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Blood is Yours // KookMin
FanfictionKehribar rengindeki gözlerine bakarken gülümsedim. Belimdeki elini sıklaştırıp gülümseyerek karşılık verdi bana. Şimdi söylemenin sırasıydı sanırım. "Kanım senindir, Jungkook."