Omzuma kafasını koyan Taehyung'un saçlarını okşayarak telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Ders çoktan başlamıştı fakat Bay Choi hala gelmemişti.
"Millet, Bay Choi bugün okulda değilmiş. Anlayacağınız ders boş."
Sınıfa giren Yeonjun güzel haberi verdiğinde Taehyung sevinçle ayağa kalkmış ve ellerini havaya kaldırıp saçma hareketler yapmaya başlamıştı. Az önce uyuyorken öğretmenimizin gelmediğini duyduğunda sevinmesi beni güldürmüştü.
"Kantine gidelim, Min. Yalvarırım, lütfen, lütfen, lütf-"
"Tamam, Tae. Bağırma kulağımın dibinde."
Taehyung'u susturup telefonu cebime koydum ve elini tutarak kapıya yürümeye başladım. O da sessizce şarkı mırıldanarak beni takip ediyordu. Üzerimde hissettiğim gözlerle başım istemsizce ona dönmüştü.
Jeon Jungkook beni izliyordu.
Hafifçe gülümseyerek Taehyung'a döndüm. O da gülümsemiş ve yanağımı parmakları arasında sıkıştırmıştı.
"Gitmiyor muyuz?"
"Jungkook'u da çağıralım mı?" Ona doğru eğilmiş ve sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldamıştım. Yüzündeki imalı sırıtma büyüyüp bir bana bir de arkama bakmaya başlamıştı. Büyük ihtimal Jungkook'a bakıyordu.
"Tabi, ben gidiyorum. Onu al ve gel."
Taehyung sırıtarak gittiğinde yavaş adımlarla en arkaya Jungkook'un yanına yürüdüm. Çekingen olmama gerek var mıydı? En büyük sırrını paylaşmıştı benimle. Sadece benimle.
"Jungkook, Taehyung ve ben kantine gideceğiz. Sen de gelmek ister misin?"
"Olur." Demişti tek seferde kabul edip ayağa kalkarken. Kabul etmesine sevinip onunla birlikte sınıftan çıkmıştık. Sessizce kantine vardığımızda Taehyung'u bulmuş ve yanına oturmuştuk.
"Ne istersiniz?"
Yanağımdan makas alan Taehyung'un eline vurup kendimden uzaklaştırırken yanımda oturan Jungkook'a biraz daha kaydığımın farkında bile değildim. Ona döndüğümde yüzlerimiz arasındaki mesafeden anlamıştım ne kadar yakın olduğumuzu. Bakışlarımız kesiştiğinde öylece bakıyorduk birbirimize. Gözleri boynuma kaydığında dudaklarım aralanmıştı. Aklımdan geçen şeyi düşünüyor olamazdı, değil mi?
Gözlerinin bir anlığına kırmızı olduğunu gördüğümde hızlıca geri çekilip Taehyung'a gülümsedim. Jungkook'u görmemesi için onu buradan uzaklaştırmam gerekiyordu.
"Tae, ne istersen ondan al."
Kafasını sallayarak ayağa kalkmış ve gitmeden hemen önce sırıtarak kaşlarını yukarı kaldırıp indirmişti. Yanlış anlıyordu. Jungkook ile aramda o tarz bir şeyler olduğunu sanıyordu.
"Jungkook, gerçekten üzgünüm. Sana yaklaştığımı fark etmedim."
"Sorun değil," diyerek önüne döndü. Bana kızmış mıydı?
"Kızmadın, değil mi? Gerçekten isteyerek yapmadım."
Masada duran elinin üzerine kendi ellerimi koyduğumda soğukluğu ile irkilmiştim. Fakat fark ettiğim önemli bir detay vardı. O da bu hissi sevdiğim.
"Ellerim soğuk, Jimin. Ayrıca sana kızmadım, isteyerek yapmadığını biliyorum."
"Ellerinin soğuk olmasını seviyorum, Jungkook."
Söylediğim şeyi fark ettiğimde hızlıca önüme döndüm. Neden demiştim bunu? Hafif kıkırtısını duyarak gözlerimi kaçırdım ve hala gelmeyen Taehyung'a baktım. Ama ortalıkta görünmüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Blood is Yours // KookMin
FanfictionKehribar rengindeki gözlerine bakarken gülümsedim. Belimdeki elini sıklaştırıp gülümseyerek karşılık verdi bana. Şimdi söylemenin sırasıydı sanırım. "Kanım senindir, Jungkook."