Bölüm 18

160 16 5
                                    

(Alec Benjamin - Outrunning Karma)

Ne yaptığımı bilmiyorum.

Zorunda değilsiniz ama, oy atıp yorum yaparsanız beni çok mutlu edersiniz <3

...

Etrafımdaki insanları, bir bir kaybettim.

Daha doğrusu, kaybetmek mi denir buna bilmiyorum. Uzaklaşmak, nefret duymak... Ve belki de bir kale inşa ettikten sonra içine kapanmak ve kapıları sonsuza kadar kapalı tutarak içeriye birini almamak. Kendi kurduğum bu yalnızlık ile tasasız bir yaşamın hayalini sürdürmekti en büyük hayalim. Tabi her şeyden önce, ben de diğerleri gibiydim.

Çevresinden kalabalık eksik olmayan, beş altı kişilik gruplarla eğlenen, sınav yılının verdiği gerginlikle bile  orada burada partilemesini bilen, hayatı fazla kafaya takmayan, ama hayatın bana kafayı taktığı çocuktum. En büyük fark, artık çocuk değilim.

Her şey bir peri masalı gibi bir anda değişmedi. Kimse buharlaşıp yok olmadı ya da bir cadı onları kurbağaya çevirmedi -keşke çevirseydi- Herkes yavaş yavaş, tıpkı eski bir film görüntüsü gibi silikleşerek, gözümden kayboldu. Belki de ben o filmi izlemek istemedim ve sürekli gözlerimi kapatıp durdum. Ardından hayat, beni tahmin edemeyeceğim yerlere sürükledi. Kısa sürede, çok şey öğrenmek ve bazı fedakarlıklar yapmak ve bazı şeyleri gizli tutmak zorunda kaldım.  Sonra her şey yeniden başladı. Yeni bir iş, yeni arkadaşlıklar ve yeni baş belaları. Bu, bir tür kısır döngüydü. Ve ben, bugün kendi isteğimle işimi sonlandıracaktım. 

En çok da neye gülüyorum biliyor musunuz? Ben istifa dilekçemi verdiğimde, gitmeme izin vereceklerini sanmış olmama.

Sonrası ne olurdu bilmem. Henüz sahte olup olmadığında bile emin olmadığım yüz bin banknotla nereye kadar gidebilirdim bilmiyordum ama, ilk olarak bu şehirden gitmek istiyordum. Bunun birçok sebebi vardı. En önemlisi de onları ifşaladıktan sonra onlarca sorunla daha karşı karşıya kalacağımızdı.

Bazen düşünme diyordum kendime. Bulunduğun anı yaşa. Bak, ne güzel, ne huzurlu bir sabah. Çünkü şimdi, onun kolları altındasın. Başın onun göğsüne yaslı. Tabi şu an, bindiğimiz otobüsü takibe alma ihtimalleri de var ama, düşünmemeye çalışıyorum.

Gece merkeze yürümemiz yaklaşık üç saatimizi aldı. Belirli bir yere kadar telefonumun ışığını kullandık. Şarjı bittiğinde herhangi bir acil durum için Taehyung'unkini kullanmadık ve karanlıkta yönümüzü saptamak zor olduğu kadar, sessiz olmaya çalışmamız da bizi yavaşlattı. Ayrıca bütün şansımızı bir yabani hayvanla karşılaşmadığımız için kullanmış gibiydik.

Kafamı kaldırıp uyumakta olan sevgilime baktığım. Yorgunluktan otobüse bindiğimiz gibi uyumuş olmalıydık.  Şimdiyse güneş yeni yeni doğuyordu. Sabahın ilk ışıklarında, geceden kalan kasvet vardı hala. Simsiyah bulutları olan bir hava, yağmur yağdı yağacaktı.

Taehyung'u uyandırmamak için usulca kalkıp şoförün yanına gittim ve ona nerede olduğumuzu sordum. Daejeon'daydık. Seoul'e taş çatlasa yüz kırk kilometre vardı. Her şeye bir son vermeye çok az kalmıştı.

Otobüsteki diğer yolcular muhtemelen uyuyordu. Arada şoför fren yaptığında gelen sesten başka bir şey duymamıştım. Sessizlik daha çok mayışmamı sağladı, yeniden uykuya dalacak gibiydim. Bir anda ıssız yolu ve dağ manzaralarını izlediğim penceredeki yansımada bir hareketlilik hissettim. Cam kenarındaki Taehyung, kirpiklerini kırpıştırarak yavaşça gözlerini açmış, o da benim yansımama bakarak gülümsemişti. Boşta kalan elimi biraz önce uyandırırım diye dokunmaya kıyamadığım koluna koymuş ve hafifçe okşamıştım. Başını çevirip bana döndü. Alnıma, içimi titreten bir öpücük kondurup geri çekilmişti. 

Rebirth | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin