Önce sesler duydu Yvonne. Karanlığı yararak ona ulaşan karmaşanın sesleri… Daha fazla dayanamadı ve görmeye çalıştı. İlk önce bulanık renkler karşıladı onu. Sonra hemen yanıbaşında duran Düşes’i seçebildi. Diğer yanında da Isobel vardı. Genç kız gözlerini kırpıştırarak kendine gelmeye çalışırken ne zaman yere düştüğünü anlamaya çalıştı. Doğrulmaya çalışırken aklına gelen cümleyle yeniden başı dönmeye başladı. Gerçek miydi o? Sahiden babası da gitmiş miydi? Başı o kadar çok dönüyordu ki Düşes’in ve Isobel’in söylediklerini bile duymuyordu. Nasıl bir acıydı bu böyle! Göğüs kafesini delip geçiyor gibiydi. Annesinin yokluğuyla büyyümüştü Yvonne. O yüzden onu özlese de acı taze değildi ama şimdi tamamen yalnız kalmasıyla iki acı birleşiyor,büyüyor,onu yutuyordu.
Titreyen bir sesle ‘’Ne zaman?’’ diye sordu. Düşes, genç kızın sorusuna ne ceva vereceğini düşünürken içeri giren Kenneth ile biraz daha zaman kazandı.
‘’Ne oluyor burada? Bu gürültü ne?’’
Düşes,Kenneth’i cevapsız bırakmayı tercih etti. ‘’Roy nerede?’’
‘’Bugün hiç görmedim. Seyis, sabahtan atını alıp çıktığını söyledi. Ne oluyor burada?’’
Kenneth’in gittikçe daha sinirli çıkan sesi,cevap talep ediyordu ama o sırada ondan daha sinirli biri vardı.
‘’Ne zaman ölmüş babam?’’ diye bağırdı Yvonne. İlk defa kızın sesini bu kadar yükselttiğini duyuyorlardı.
Düşes sonunda doğruyu söylemeye karar verdi. ‘’2 hafta önce haber geldi,kızım. Kraldan düğünle ilgili emir geldiği için sana söyleyemedik.’’
Yvonne’un öfkesi acısına galip geldi bir anda ve kendisinden nasıl çıktığına inanamadığı kadar yüksek sesle bağırmaya başladı.
‘’Siz kendinizi ne sanıyorsunuz da babamın ölümünü benden gizleyebiliyorsunuz?! Hangi kralın emri ölümden üstün olabilir?! ‘’
Yvonne gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu ve midesinin bulandığını hissediyordu. Nasıl insanlarla birlikteydi böyle! Nasıl bir insan babasının ölümünün üzerinden 1 ay bile geçmemişken evladının düğünde eğlenmesine,dans etmesine müsaade edebilirdi? Mide bulantısı artıyordu. Yvonne daha fazla orada kalamazdı. Hızla kapıya doğru yönelip hızlı adımlarla yürümeye başladı. Tam kapıdan çıkacakken birinin kolunu tutmasıyla geri döndü. Kenneth ateş saçan gözlerle ona bakıyordu.
‘’Dediklerine dikkat et,İngiliz.’’ dedi dişlerini sıkarak. Kolunu koparmak istermiş gibi sıkıyordu. Yvonne,moraracağından emindi ama adamın tehdidi onun için son nokta olmuştu.
‘’Lanet olsun, senin benimle derdin ne?! Ne yaptım ben sana?! Tek yaptığım hata aptal kralları dinleyip buraya gelmekti! Rahat bırak beni artık!’’ diye bağırıp sertçe kolunu çekti. Kenneth’ın ani şaşkınlığıyla kendini kurtarmayı başarmıştı. Ayakları nereye gitmesi gerektiğini biliyormuş gibi hızlı adımlarla onu odasına götürdü. İçeri girer girmez kapıyı kilitledi ve kendini yatağna atıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Kendine güçlü olacağına dair her söz verişinde daha büyük bir şiddetle yıkılıyor olmak, onu ruhen fazlasıyla yormuştu. Hıçkırıkları önce artarak devam etti. Bir süre sonra ise yerini sessiz gözyaşlarına bıraktı. Birine ihtiyaç duyuyordu. Yalnızca onun yanında duru ‘’Geçecek.’’ diyecek birine. Yalan olduğunu biliyordu Yvonne. Bunu çokça tecrübe etmişti ama yine de ihtiyacı vardı. Roy neredeydi? Bu kalede onun için arkadaşa en yakın kişi Roy’du. Dün gece,onu kocası olarak görme ihtimalini alı götürmüştü. Sanki biri içinden geçenleri duymuş gibi kapı çalındı. Yvonne,Roy’un ona destek olmaya geldiğinden emindi. Onun bu işin içinde olduğuna inanmak istemiyordu. Onun için Roy, içinde kötülük barındırmayan insalardan biriydi. Hızla kapıya koştu ve gözyaşları görüşünü bulanıklaştırdığı halde açtı. Ancak gelen kişi, Roy değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbin Arzusu
Historical FictionLeydi Yvonne Fitzroy, İngiltere ve İskoçya arasındaki barışın sağlanmasının teminatı olarak evlemeyi kabul ettiğinde MacLennan kalesine gelin gideceğini bilmiyordu. Tabi ki evleneceği adamın kadınlara ilgi duymadığını da. Kaleye gelişi; İngilizler...