blackout

90 3 0
                                    

O gün her zamankinden farklı bir şey yapmadım. Gayet normal başladı, hatta sağır edici alarm sesiyle uyanmıştım.Dişlerimi fırçaladım. Kahvaltı hazırladım, ve yedim. Anneme hoşçakal öpücüğü verdim ve çantam arkamda sallanırken ön kapıdan dışarı fırladım. Otobüs durağına gelince banka oturdum, otobüsün gelmesini bekledim. Emin olmak için durağa her zaman erken giderim. Hatırladığım kadarıyla farklı görünen tek şey çimenlerdi, biraz daha yeşil görünüyorlardı. Otobüse girdim ve boş bir koltuk buldum. Otobüsün en arkasına geçip kenara oturdum, kulaklıklarımı taktım ve biraz müzik dinledim. Sabahları daha sakin müzikler dinlerim. Zaman geçtikçe otobüs dolmaya başladı. Bu bir okul otobüsüydü. Çocuklar gevezelik ediyor, birbirlerini kızdırıyor, sağa sola dönüyor ve bağırıyorlardı. Sıradan çocuklardı. Ancak kulaklarımdaki kulaklıkla duyabildiğim tek şey müzikti, piyanonun melodik tınısı, sarhoş edici arp sesi ve üflemeli çalgılar. Ben normal müzik dinlemem. Okula vardık. Kulaklıklarım hala kulağımda, ayağa kalktım ve koşan çocuklar okyanusunda bir damlaya dönüştüm, ders için istekli değil, ama varmak için istekliydim. Okul gürültülü ve yoğundu. Sınıflar öğrenci ve her tür konuda bilgi veren öğretmenlerle doluydu; Öğrenciler sıkılmış ve öğrenmeye hevesli değillerdi. Girişte arkadaşlarımla buluştum. Tommy ve Michael ile basketbol oynadım. Oyun alanındaki en yakın arkadaşlarımdılar. Basketboldan sıkıldıktan sonra bahçe duvarlarının dibinde bulduğumuz taş ve dal parçaları ile toprağı kazıp böcek ve solucan aradık. Karanlık gelmeden önceki anı çok net bir şekilde hatırlıyorum. Uzun dallar almıştık ve yerdeki çöpleri kurcalıyorduk. Michael'la küçük bir böcek arkadaş bulursak ne yapacağımız konusunda şakalaşıyordum. Tommy onu ezeceğini söylemişti ve biz, onun böyle bir şey yapmayacağını bildiğimiz için gülmüştük. Kıkırdamalar devam etti ve ben bakışlarımı yerdeki çöpe indirdim, gülümsüyordum. 3 yıldır bu "krizleri" geçiriyorum, annem onlara böyle diyor. Tam da ben gittiklerini düşünürken, bir kaç ayda bir ortaya çıkıyorlar. Anneme göre sadece güçsüzleşiyorum ve kendimden geçiyorum, 45 dakika sonra bir hastane yatağında başımda doktorlarla uyanıyorum. Annem o 45 dakikada olanlar ile ilgili hiçbir şey bilmiyor. Gördüğünüz rüyaları hatırlayamadığınız bir gece uykusu düşünün, Sadece saf karanlığın olduğu bir yer, ve bu karanlık,alarm sesiyle gözleriniz gün ışığına açılınca ya da alarm sesi kulaklarınıza dolup sizi gerçekliğe çekince bitiyor. Bu benim gördüğüm şey, ama o karanlıkta başka bir figür var. Yüzü örtülü ve detayları ayırt edilemiyor. Bir rüya gibi hissettirmiyor; aslında,bu figür beni bütün hayatım boyunca izledi ve ben şimdi başka bir dünyaya bakıyor ve onun karanlık bakışları ile karşılaşıyorum. Sadece bekleyip izliyor. Hiçbir şey söylemedi, hareket etmedi. Ama orda olduğunu biliyordum; Yanımda başka birinin varlığını hissediyordum. Ağaç dalını çöpe değdirdiğimde "kriz" başladı. Gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi hissettiğimde başladığını anladım. O an nefesim çoktan durmuştu ve konuşamıyordum. Parmak uçlarım karıncalanmaya başlamıştı; yüzüm ve ayaklarım kan hücum ettikçe yanıyordu. Karnımın derinliklerinde korkunç bir his koptu ve beni parçaladı. Bu noktada, görüşümü ve bilincimi kaybettim. Yere düştüğümü hatırlamıyorum. Tekrar karanlıktaydım. Bu daha önce de defalarca kez olmuştu, artık o figüre alışmıştım , tabi karanlığa da. Onunla buluşup, karanlık bakışlarıyla karşılaşmaya hazırdım. Ancak, ilk defa, korkudan dona kalmıştım. Figür ordaydı, karanlıkta, ama ondan korktum. Bu daha önce olmamıştı. Garipti, ama sadece bitmesini istedim. "Evet..." dedi figür. Sesini ürpertici bir netlikle duydum. "Sen..." derin bir nefes aldı, sanki uzun ve yorucu bir iş bitirmiş gibi "...bittin" Bittin. Bu kadardı. Oyun alanında uyandım. Güneş gökyüzünün diğer tarafındaydı, zaman geçmişti. Ortada bir ölüm sessizliği vardı; etrafa baktım, bomboştu. Kafam karışmış bir şekilde ayağa kalktım. Genelde hastanede veya müdürün odasında öğretmenler etrafıma dizilmiş halde uyanırdım. Cam kapılara yöneldim ve okula girdim. İçeri baktığımda kimseyi göremedim. Büroya girdim ve düşüncelerimi toparlamak için bir sandalyeye oturdum. Kağıtların hışırtısını duydum ve kafamı kaldırdım. Masadan havalanıp koridora doğru uçan bir dosya gördüm. Hemen ayağa fırladım ve dosyayı takip ettim. Koridorun sonunda bir kapı açıldı ve dosya içeri girdi. Ardından geldim ve dosya masaya yaklaşırken onu izledim. Tekerlekleri olan sandalye döndü ve dosya masaya düşüverdi. Bürodan dışarı fırladım, yalnız ve dağılmış hissediyordum. Sınıfa koştum ve bir parça tebeşirin tahtaya bir şeyler yazdığını gördüm. Panikledim ve okuldan çıktım. Sokakta sürücüsü olmadan giden arabalar, kendi kendine açılan kapılar, uçan aletlerle bakımı yapılan bahçeler gördüm. İnsanları göremiyordum. Uzun bir süreden sonra, belki haftalar veya aylar, bir kaç şey fark ettim. Yansımamı göremiyordum. Bunu tahmin etmiştim. Asıl ilginç olan, açlık hissetmiyor ve yeme ihtiyacı duymuyordum. Sadece dolanıyordum, çevreyi izliyordum. Sıkıntı beni deli etmişti. Sıkıntıdan daha da kötüsü ise, yalnızlıktı. Amaçsız bir şekilde şehirleri, sokakları, evleri, marketleri, parkları ve ayaklarımın beni götürebileceği her yeri gezerken kendimle konuşuyordum. Göremediğim insanlar günlük yaşamlarını yaşarken izliyordum. Bir süre sonra dolanmak ilginç bir iş haline geldi. Gün içinde uzun yürüyüşler yapıyordum, insanların ev adreslerindeki numaraları sayıyordum. Kendi kendine hareket edip çimleri sulayan hortumları ve havada uçup bisiklet kullanan kaskları görüyordum. Geceleri sokaklarda, sokak lambalarının altında koşuyordum. Bir kütüphaneye rastladım. Bu beni uzun bir süre meşgul tuttu. Rafları taradım ve mekandaki bütün kitapların neredeyse yarısını okudum. Diğer uçan kitapların yanında bir yere oturdum. Bilgi alıyordum. Daha sonra bir mezarlığa denk geldim. Mezar taşlarını incelerken baya zaman harcadım, bana tanıdık gelecek isimleri arıyordum. Eski arkadaşlarımın soyadlarını tanıdım. Tarihlere bakıp insanların kaç yıl yaşadıklarını hesaplıyordum. Bazen tamamlanmamış tarihler görüyordum, henüz ölmemiş insanların mezar taşları. Ölmeyi bekleyen insanları düşündükçe içim acıyordu. Onlar için üzülüyordum. Bazen geri gelip tarihleri tamamlanmış olarak buluyordum. Her şeyi satır satır okuyordum. Gece göremiyordum, o yüzden sokaklarda dolanıyordum. Beni göremeyen arabaları oynatıyordum. Bu gün, mezarlık yürüyüşümü bitiyordum. Üstünde benim ismim yazan bir taşa denk geldim. Farkındalık bir anda tokat gibi çarptı, ama artık daha mantıklı geliyor. Doğum ve ölüm yılı yazılmıştı. Uzun bir süre baktım. Ne kadar üzgün olduğumu tahmin bile edemezsiniz. Bir gün uyanıp, annemi görebileceğimi düşünüyordum. Belki de hastanedeyim, kalkarım, iyileşir ve okula geri dönerdim diye düşünüyordum. Sanırım ağladım, ama muhtemelen gerçek gözyaşlarına sahip değilim. Bir süre oturduktan sonra, daha önce aklıma gelmeyen bir fikir buldum. Ve işte bu sayede buraya geldim. Sonraki hayatta nesnelerle etkileşime geçebileceğimi biliyorum, ama aynı zamanda içimde bulunan yaşamın da farkındayım. Eski evime gittim- orası daha tanıdık. Bilgisayarıma oturdum ve bildiklerimi yazdım. Ve fazla dikkat çekmeyeceğini bildiğim bu siteye gönderdim; creepypasta. Bu tarz hikayelerin çok olduğu bir yer, ama sadece hayal. Sanırım bunu daha çok, olan şeylerle ilgili düşüncelerimi düzenlemek için yazıyorum. Özellikle bu gün fark ettiğim şey ile ilgili olanı. Yaşayanların dünyasına bir mesaj gönderebileceğimden de şüpheliyim. Daha önce de denemiştim. Ah şey; ne de olsa bol bol zamanım var.

creepypastaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin