Rüzgarın yüzüne vurmasıyla küçük kız gülümsedi. "Anne," dedi gözlerini kocaman açarak. "Buraya tekrar gelir miyiz?"
Meryem Kılıç gülümsedi. Kızıyla uzun zamandır vakit geçiremiyordu, kızını görmek ona iyi gelmişti. Rüzgardan dolayı yüzüne gelen saçlarını kızının yüzünden çekti. "Geliriz annecim," dedi şefkatle. "Sen iste yeter ki."
Küçük kız kocaman gülümsedi, hevesle başını salladı. "Babamda gelir mi?" Kızının sorusuyla Meryem Kılıç'ın yüzündeki şefkat, derin bir nefrete büründü. Tanya, annesinin yüzündeki nefreti görmesiyle yanlış bir şey yaptığını hissetti. Tedirgince annesine baktı. Acaba ona kızar mıydı? Ya da daha kötüsü onun yüzünden babasıyla kavga eder miydi? Kızın küçük kalbinde büyük bir endişe filizlendi.
Meryem Kılıç, Tanya'nın korkmuş yüzünü görünce kendini kontrol altına almaya çalıştı. "Tabii ki geliriz," dedi. Ama biliyordu ki Levent Kılıç'la asla buraya gelmeyecekti.
Sırf sevgilisiyle gününü gün edebilmek için, Meryem'i haksız yere buraya kapatmıştı. Kızını önemsememişti, karısını önemsememişti.
Levent Kılıç, Ebru Dağlı için Meryem Kılıç'tan vazgeçmişti.
Ama en kötüsü; Levent Kılıç, Ebru Dağlı için öz kızından vazgeçmişti.
Onları ölüme sürüklediğini Meryem Kılıç'tan başka kimse bilmeyecekti. Tanya bunu öğrenmeyecekti, buna izin vermeyecekti.
Kaç gündür Kaan'la görüşmüyordum, bilmiyordum. Zaman benim için ilerlemiyordu, zaman benim için hep sabitti.
Zaman babama benzediğim gerçeğiyle yüzleşince durmuştu. Islak saçlarımın nemini havluyla aldım. Saç kurutmasını sevmiyordum. Bornozumun iplerini yavaşça çözdüm ve bornozumun bedenimden kayıp düşmesini izledim. Çıplak bedenime aynada baktım. Ağır adımlarla dolabımdan eşofmanlarımı çıkardığımda uzun süre onları giymediğimi fark ettim.
Onlardan önce iç çamaşırlarımı giydiğimde odamın kapısı sarsılarak açıldı. Kaan'ın yüzündeki öfke yavaş yavaş kendini şaşkınlığa bırakmıştı. Neden öfkeleniyordu ki? O da beni aramamıştı. Kapının açık olduğunu fark edip, çevik bir hareketle kapıyı sertçe kapattı.
"Evde Ali var," dedi. Üzerimde sadece iç çamaşırımın olduğu bedenimi edepsizce süzdü. "Sakın böyle dışarı çıkma."
Ona bomboş baktım. Bu hallerime alışık değildi biliyorum, kaşları çatıldı. Kaan'ı yok sayarak eşofman takımını üzerime geçirip yatağa bağdaş kurarak oturdum. Kaan bir süre ayakta dursa da sonradan iç çekerek karşıma oturdu. Çenemi tutup kaldırdı, gözlerini gözlerime sabitledi. "Ne olursa olsun," dedi kahverengi rengi gözlerini kırpmadan. "Biz çocukluk arkadaşıyız." Çocukluk arkadaşı, oyun arkadaşı. "Nişanlın olmaktan daha öteyim, benimle her şeyini konuşabilirsin," gözlerinden tereddüt geçti. "Seni yargılamam, seni kızmam."
Kızardı... Kaan öfkesine hakim olamayan biriydi. Başımı salladım. "Teşekkür ederim," dedim. Beklentiyle bana baktı. "Ama anlatacak bir şeyim yok," dediğimde gözlerinden hayal kırıklığı geçti.
"Beni neden benimsemiyorsun?" diye oklarını bana yöneltti. Onu benimsiyordum, ona değer veriyordum, ona şefkat besliyordum. Ama onu sevmiyordum, ona aşık değildim.
Hırsla bana baktı. "Yakışıklıyım," dedi kendini göstererek. Öyleyleydi. Buğday teni, siyah saçları ve kemikli bir yüzü vardı. "Neden?"
Sana kızmam dediğinde bile kendine hakim olamıyordu, bunu görüyordum. "Sana değer veriyorum," dedim en yalın halimle. "Seni benimsiyorum," gözlerimi Kaan'dan ayırdım. "Senle ilgili sorunum yok."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morganit
Storie d'amoreO kadar uzun süre konuşmadı ki bir an konuyu kapattığımı sandım. Elindeki taşı yavaşça baş parmağı ile okşadı. "Morganit" Gözlerini taştan ayırmadan konuşmaya devam etti. "Sana benziyor," yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. "Bu taş, aynı sana...