18: müzede gibi

310 58 5
                                    


Changbin'in kapıyı çarpıp gidişinin üzerinden saatler geçmişti. O motorunun üzerinde soğuk rüzgârın bedenini ele geçirmesine izin verirken Felix evde kalıp oturduğu sessiz salonda tartışmalarını düşünüp duruyordu. İkisi de hatasının farkına varacak kadar baş başa kalmıştı kendileriyle. Felix Changbin'i en yakın arkadaşından vurduğu için büyük bir pişmanlık duyuyordu. Bin'in ise kurduğu ağır cümleler hız yaptıkça artan rüzgâr gibi çarpıyordu yüzüne.

İkisi için de düşüncelerin yoğunluğu altında ezildikleri bir gece olmuştu. Changbin eve döndüğünde karanlık salonu sadece televizyondan yansıyan ışığın aydınlattığını fark etmişti. Karşısındaki koltukta bomboş bir ifadeyle oturan Felix onun geldiğini görünce kumandayla televizyonun sesini kapatmış ve başını öne eğmişti.

"Özür dilerim Changbin." Derin bir iç çekerken sesinin çatallandığını hissediyordu. "Öyle söylemek istemedim."

Changbin onu öyle gördüğünde, kendi hatasını da bildiğinden aynı şekilde başını eğmiş ve Felix'in oturduğu koltuktaki boş yere geçmişti. "Sorun değil."

Oturduğu yerde dizlerine eğildiğinde parmakları birbirine geçmişti. İkisi de ne diyeceğini bilmiyordu ve Felix'in tercihi öylece onu izlemekten yanaydı.

"On yedi yaşımda belimi kırmıştım. Neredeyse felçli kalacaktım. Chan bütün yazını benim odamda, her gün film izleyerek geçirmişti. Diğer arkadaşlarımız sahile gittiler, kızlarla takıldılar ama o bütün zamanını benimle oturarak geçirdi. Bana ihtiyacı olduğunda onu yalnız bırakamam." Ardından derin bir iç daha çekti Changbin. "Ölmüş olsa bile."

Onca düşünceyi bir geceyi sığdırdığı aklı tüm bu anılarla doluydu ve şu an birisiyle paylaşmak iyi hissettirmişti ona. Felix'in onu sessizce dinlemesi ise hoşuna gitmişti.

"Evde çekilmiş videolardan bazılarını karıştırdım, bilirsin.. seslerini duymak ve onları görmek istedim. Ve bunu buldum, mutlaka izlemelisin."

Felix konuyu değiştirmek istediğinde sessizce mırıldanarak başladığı cümlesini gülümseyerek bitirmeyi başarmıştı. Changbin de ilgiliyle ona döndüğünde elindeki kumandayla dakikalar önce durdurduğu kaydı tekrar oynattı.

"Oldukça güzel, değil mi? Etrafı eflatun ve gökyüzü mavisine boyadım, konuştuğumuz gibi."

"Burayı ne zaman boyadın?"

"Sen Rosie'nin hastane kontrolündeyken. Sürpriz yapmak istedim."

Chan tuttuğu kamerayla, kucağında yeni sahiplendikleri kızlarıyla birlikte odaya giren Seungmin'i çekiyordu. Rosie'nin odası sahiden de güzelce boyanmıştı ve mavi olan kısımlarda bulut çizimleri vardı. Fakat Seungmin bu güzel çizimi pek de beğenmiş gibi görünmüyordu.

"Daha önce boyamalıydın. Burası boya kokuyor."

"On iki saattir kuruyor Minnie."

"Yeterince kurumamış ama."

"Fazla büyütüyorsun."

"Bu gece burada yatamaz."

Seungmin fazlasıyla kararlı dururken Chan'ın hayal kırıklığına uğramış ifadesi kamerayı bir yere bırakıp Seungmin'in yanına gittiğinde görülmüştü. Eliyle duvara dokunup kontrol ettiğinde sevgilisini ikna etmeye çalışıyordu hâlâ.

"Islak bile değil, bebeğimi boyası kurumamış bir yere getirmem herhâlde."

"Tabii ki ıslak değil ama boyanın koktuğunu düşünemedin mi?"

"Kokmuyor Seungmin! Burası havalandırıldı, burası için ne kadar çalıştım biliyor musun?"

"Bunu sen yapmadın. Hayatında ne zaman boya yaptın ki?"

"Boyanırken başında bekledim." Chan kabullenircesine başını eğerken Seungmin zaferle sırıtmıştı ama kararlılığından hâlâ ödün vermiyordu.

"Başında mı bekledin? Yaptığın tek şeyin başında beklemek olduğunu mu söylüyorsun?"

"Hadi ama, bu benim fikrimdi sonuçta. Buraya gelen adama bulutlar yapalım dedim."

"Saçmalığa bak! Burada uyuyamaz." Seungmin son noktasını koyup odadan çıkmak için adımladığında Chan kollarını açıp yalvarırcasına peşinden gitmeye başlamıştı.

"Elbette uyuyabilir!"

"Beşiği taşı Chan."

"Odası burası, başka nerede.."

Felix kumandayla sonuna geldikleri yayını kapattığında ikisi de koltukta arkasını yaslanmış bir şekilde gülüyordu. Arkadaşlarına olan özlemleri nedeniyle bu video onlara iyi gelmişti. Özellikle de böyle bir gecenin ardından.

"Yani berbat birer ebeveyn olsak ve zaman zaman birbirimizi öldürmek istesek bile bunun sorun olmadığını mı söylüyorsun?"

Changbin keyifle gülerek sorduğunda Felix de geciktirmeden karşılık vermişti ona.

"Zaman zamandan daha fazla aslında."

"Evet."

"Sanırım onların hayatını yaşamaya çalışmaktan vazgeçmeliyiz." Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silinirken çekinerek de olsa yanındakine döndürmüştü bakışlarını Felix. Aldığı karşılık pek farklı şeyleri savunmuyordu.

"Buradan nefret ediyorum. Müzede gibi hissettiriyor."

"Her herde onların fotoğrafları var."

"Ve şu kovboy resmi. Ondan da nefret ediyorum."

Changbin'in işaret ettiği, şöminenin üzerindeki tablo sadece televizyondan yansıyan ışıkla daha bir korkutucu görünüyordu.

"Çok korkutucu değil mi?"

"Evet, onu istemiyorum."

İkisi de güldüğünde Changbin daha rahat bir pozisyon elde edip kollarını birbirine bağlamıştı. Felix iyice ona döndüğünde ise hâlâ televizyonda görünen arkadaşlarına bakarak dinlemişti onu.

"Eğer burada yaşayacaksak onlar geri dönecekmiş gibi yaşamayı bırakmalıyız. Çünkü dönmeyecekler."

Felix'in bu cümleleri kurarken ne kadar zorlandığı yüzünden belli oluyordu. Televizyondan çektiği bakışlarını Felix'e doğrultan Changbin birkaç saniyede bunu fark etmiş, az önce birbirine bağladığı kollarını çözüp Felix'i kendine çekmişti. Sanki bu anı bekliyormuş gibi hiç itiraz etmeden çekildiği göğüse yaslanıp gözlerini kapatan Felix, Changbin'in kollarıyla onu sarmasına izin vermişti. Hatta saçlarının üzerinde belli belirsiz bir buse hissettiği bile olmuştu. Fakat o gece Changbin'in onun kokusunu soluyarak uykuya daldığından hiç haberi olmadı.

4.28

somehow│changlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin