3. BÖLÜM - KAZA

155 50 21
                                    

2008

Acaba haftaya olan derse katılmasam sunum yapmaktan kurtulur muydum? Muhtemelen hayır. Çünkü lisede değildim artık.

Üniversite hayatım başlamadan bitmişti gözümde artık. Üç saat aralıksız bir dersin sonunda "İyi günler" dileyerek ayrılmıştı hoca, asistanı da dahil. Bana da psikolojiyle alakalı herhangi bir konuda sunum yapabileceğimi söylemişti.

Bu bir rüya ise kesinlikle uyanmak istiyordum. İkinci haftadan nasıl sunum yapacaktım, değerlendirme nasıl olacaktı, nelere dikkat etmem gerekliydi, bir yığın cevabı olmayan soru vardı aklımda. Hay dilimi eşek arıları soksaydı, bu kadar şaşıracak ne vardı sanki?

Ağlamaklı bir halde Met'in yanına gittim. Kafeteryada birkaç kızla oturduğunu gördüm. Her zamanki gibi çok hızlıydı yine. Kızlar içine düşecek gibi ona bakıyor, o ise umursamadan bir şeyler anlatıyordu. Yavru kedi bakışlarımı gönderdim ve göz göze geldik. Gözlerini kısıp birkaç dakika inceledikten sonra kızların yanından kalktı ve hızlı adımlarla yanıma geldi. Arkasında bıraktığı kızlardan biri şaşkınlıkla bize bakıyordu, hain bir gülümseme yüzüme yerleştirip Met'e sarıldım. Kuzenimi mi kıskanmıştım az önce? Tam olarak böyle olmuştu. Kollarını belimden çekmeden kulağıma fısıldadı:

"Sorun nedir?"

Uzatmamaya çalışarak, boş masalardan birine geçerken kısa bir özet geçtim. Hocanın tepkisine anlam veremese de düşünür gibi kafasını salladı.

"Sen biraz... Atilla dediğin kişiden etkilenmiş olabilir misin?" Uzanıp ellerimi tuttu ve gözlerimin içine ciddiyetle baktı.

Gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Az önceki kızlarla oturduğu masa boşalmıştı. Kızlar yanımızdan geçerken Mehmet'e öldürecek gibi bakmayı ihmal etmemişlerdi. Mehmet hiç oralı olmadı tabi. Cevap bekleyen gözlerle bana bakmayı sürdürdü.

"Met, ne ilgisi var? Yalnızca sinirlendim."

Gözlerimi kaçırıp etrafıma bakmaya çalıştım. Basit bir soru beni bu kadar germemeliydi. Mehmet bir eliyle elimi tutmaya devam edip diğer eliyle çalan telefonunu açtı ve kulağına götürdü. Kısaca nerede olduğumuzu tarif etmesinden konuştuğu kişinin Asya olduğunu anladım. Telefonu bırakıp yeniden elimi tutup içtenlikle gülümsedi. Yanağındaki çukurlar belirginleşti. Dayanmayıp bende gülümsedim.

"Benimle her şeyi konuşabileceğini biliyorsun, ayrıca sunum yapmak senin için çocuk oyuncağı. Bu işi senden iyi kimse yapamaz."

Parmaklarımı sıktı. Beni her zaman destekleyeceğine olan güvenim tamdı. Sakinleşmeye başlamıştım ki kızların kalktığı masaya tanıdık bir sima oturdu. Önce göz göze geldik, kalbim buz kesti. Sonra gözleri usulca Mehmet'in ellerine tutunmuş ellerime indi. Gözlerinden hırçın bir ifade geçti. Mavisi laciverte döndü. Bütün sesler kesildi. Hava birden soğudu. Güneş kayboldu. Zaman durdu.

Ben hala Mehmet'in ellerini tutuyordum.

"Selaaaaaaaam!"

Asya'nın sesi beni olduğum ana getirdi. Gözlerimi hemen Asya'ya çevirdim. Yan masadan bir sandalye çekip yanımıza oturdu. Mehmet az önceki halimi fark ettiğini bakışlarıyla anlattı ama konuyu şimdilik kapattığını da "Ben çay alıp geleyim." demesiyle belli etti.

"Oha! Karşıdaki taşa bak!"

Yanımda oturduğu için kimden bahsettiğini anlamak için bakmama gerek kalmadı.

"Benim bu çocukla tanışmam lazım."

"Saçmalama!" diye bağırdım elimde olmadan.

Yan masalarda oturan birkaç kişi dönüp bize baktı, Asya'nın yüzünde saçma bir ifade oluştu. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.

KANGRENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin