Kaç dakikadır birbirimize bakmaya devam ediyorduk, bilmiyordum. Başımın ağrısı gözlerimi açık tutmamı zorlaştırıyordu, bir cevap vermeyeceğini fark edip arkamı dönüp odama adımladım. Ne düşünmem gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Mehmet'in arkamdan seslendiğini duysam da dönüp bakmadım. Odamın kapısını çarpıp üstümdekileri çıkarma gereği bile duymadan yatağa girdim. Masanın üzerine gelişi güzel bıraktığım ilaç torbasına baktım, sanki bana gülümsüyordu. Daha fazla açık kalamadı gözlerim ve uykuya teslim oldum.
***
Bir kadın ve erkeğin kavga etme sesleri geliyordu içeriden, usulca gözlerimi aralayıp sese dikkat kesildiğimde televizyondan geldiğini anlamak zor olmamıştı. Terliydim ve başımın ağrısı geçmişti, midem gürültüyle açlığını belli etti. Önce üzerimdeki terden sırılsıklam olmuş çamaşırları kirli sepetine attım ardından ısınan suyun altına kendimi attım.
Duş başlığından aşağı doğru akan su damlaları bir yağmur gibi yağıyordu üzerime, tek farkı sıcak olmasıydı. Vücudum gevşedikçe gevşedi, gözlerim kapandı. Kapanan gözlerimin önüne bir çift mavi göz geldi, yanaklarım kızardı. Hala tam olarak ne olduğunu hatırlamıyordum, suyun altında derim buruşuna kadar ağır ağır duş aldım. Suyun üzerimden akıp gitmesi gibi bu hastalık halinin de akıp gitmesini diledim.
Havluyla önce saçlarımı sardım ve bornozumu üstüme geçirdim. Saatlerce bornozla yatakta yatmak istesem de akan burnum bana hızla giyinmem gerektiğini bağırıyordu. Sutyenimi giyinirken aynadaki çıplak görüntüme dokundu gözlerim. Dün gece aklıma gelince rengim pembeden kırmızıya dönmeye başladı. Kendime düşünme fırsatı vermeden bordo taytımı, üzerine de siyah bir sweatshirt geçirip saçlarımı yeniden havluya sardım. Çoraplarımı da giydikten sonra çekinerek de olsa odadan çıktım. Koridor oldukça karanlık olsa da hole televizyonun ışığı vuruyordu, evdeki tek ses ise yine televizyonun sesiydi.
Yavaş adımlarla salona yürüdüm, Mehmet kanepeye uzanmış dizlerine de bir pike almış televizyonu izliyordu. Aslında izlemiyordu sadece bakıyordu, kaşları çatılmıştı ve kafasından hoşlanmadığı düşüncelerin geçtiği donuk suratından belli oluyordu.
Kafasını geriye yaslayıp kapının orada ayakta duran bana kaydırdı bakışlarını. Donuk ifadesi yerini sıcak bir gülümsemeye bıraktı. Buzların eridiğini görmek gülümsememe sebep oldu ve kanepeye ilerleyip ayaklarının ucuna oturup pikeyi biraz da kendi üstüme çektim. Parmak uçlarıyla bacağımı dürttü. Tepki vermeyince ufak bir tekme attı.
"Hı?"
"Acıktım!" diye bağırdı aniden. Gözlerimi belertip ona baktım. Ben de...
"Pizza," gülümsedim. Kafasını sallayıp telefondan sipariş verdi. İki tane orta boy pizza söyledi, Asya yok muydu? Telefonu kapattıktan sonra oturur vaziyete geldi.
"Asya nerede," diye sordum ifadesiz tutmaya çalıştığım soruyla.
"Nasıl oldun, daha iyi misin?"
Bakışlarımı ellerime düşürdüm, açıklama bekliyordu ve istediği cevapları almadıkça soruma soruyla karşılık verecekti, tanıyordum onu.
"Şu sunum meselesi için Atilla'nın yanına gittiğimde laf arasında sevgilin, hukuk okuyan kuzenin gibi şeyler geçti. Ben de bunu nereden öğrendiğini, kimin sevgili olduğumuzu söylediğini merak etmiştim."
Yüzünde herhangi bir tepki görmeyi bekledim ama dümdüz bakıyordu.
"Asya ile konuştuğunu görünce anladım. Arlarında ne var, bilmiyorum. Sormak için yanına gitmiştim. Zaten yürüyüş yaparken oldukça üşümüştüm bir de ıslanınca hastalığa davetiye çıkardım. Odasının kapısının kilidi bozukmuş, kilitli kaldık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANGREN
Fiksi UmumSen benim kalbime giden atardamarlarımdan biriydin. Kessen ölürdüm ama sen beni eksik bırakmayı tercih ettin. Eksikliğini hep hissetmemi isteyecek kadar bencildin. Öldürmek yerine eksik bırakmayı tercih ettin. Kalbimin simsiyah, kansız, kuru bir h...