2008
"Keşke kalabilseydim," deyip arkamı döndüm. Onunla kalmayı deli gibi istesem de kalamazdım. Her şey bu kadar karmaşıkken, onunla görüşmemem için emir verilmişken nasıl kalacaktım ki?
"Gitmek zorunda mısın?"
Tekrardan ona doğru dönüp gözlerinin içine baktım. Onu bu halde görmeye katlanamıyordum.
"Bu yaşanan her şey o kadar karmaşık ki... Yolumu kaybettim sanki. Bana neden böyle davranıyorsun? Bana acıyor musun?"
Cümlemi bitirdiğim anda yüzüne bir şaşkınlık hali yayıldı. Ayağa kalkıp bana doğru yürümeye başladı. Yine heyecandan ellerim terliyordu. İçim titriyordu, içim ona titriyordu. Aramızda hiç boşluk kalmayacak şekilde önümde durdu. Kafamı kaldırıp mavileri koyulaşmış gözlerine baktım. Yorgundu. Elini zarar vermekten korktuğu bir şey dokunuyormuş gibi yanağıma koydu, gözlerimi kapattım. Nefesi yüzüme çarptı.
"Zamanı geriye alamam, ama geleceği inşa edebilirim."
Beklentiyle gözlerimi açıp ona baktım.
"Sana zarar gelmesine asla izin vermeyeceğim Athena."
Bana en büyük acıyı senin vereceğini henüz bilmiyordum...
Dudaklarını, dudaklarımın hizasına getirdi. Öpmedi ama karşıdan gören biri öpüştüğümüzü sanabilirdi.
"Sen söylediğin her şeyde haklıydın. Bu ilişkinin sınırlarını asla aşmamalıydım." Konuşurken dudaklarım dudaklarına temas etti. Susamadım. "Bana ne yaptığını bilmiyorum. İlk defa hissettiğim şeyin adını bilmiyorum. Seni o bankta gördüğüm andan kanının kokusunu aldığım ana kadar..." cümlemi tamamlayamadım. Gözyaşlarım akmak için tetikte bekliyordu.
Hiçbir şey söylemeyip öylece duruyordu. Öpse bu çile biter miydi?
"Seni o kadar çok öpmek istiyorum ki."
Cümlesini tamamladığı anda onu öpen ben oldum. Nerede, nasıl, ne durumda olduğumuzu umursamadan birleşti dudaklarımız. Kalbim acıdı, kalbim onun acısıyla sızladı. Neden sızlıyordun kalbim?
Dudakları dudaklarıma, nefesi nefesime karıştı. Elini belime koyup kendine doğru iyice çekti beni. Gücümü geri çağırmak için derin bir nefes aldım, usulca dudaklarımızı ayırıp ellerinden kurtuldum. Islanan yanaklarım ağladığımın ipuçlarını taşıyordu. Hiçbir şey söylemeden onu öylece bırakıp dışarıya koştum.
Kararımı vermiştim, ondan uzak duracaktım.
O evden nasıl çıktım, Atilla'yı nasıl bıraktım, korumalar neredeydi, ben ne ara bu arabaya yerleşmiştim hatırlamıyordum.
Akşamın karanlığında, Emre'nin kullandığı arabanın içerisinde, bomboş gözlerle ön camdan yola dışarıyı izleyerek evime gidiyordum. Emre hiçbir şey sormadı, hiçbir şey söylemedim. Sessizlik içindeki yolculuğumuz eve varmam ile sonlandı.
Odama kapandım. Ağladım, her şeyin içimden kopup gitmesini istedim. Kalbimi kıran bu hissin geçmesini istedim. Bir yağmur damlası gibi denizlere karışıp buralardan gitmek istedim. Lakin yapabildiğim tek şey hıçkıra hıçkıra ağlamak oldu.
***
Bordo deri ceketi, uzadığı halde hala kısa duran saçları ve mor göz altlarıyla Berrin karşımda oturmuş beni inceliyordu. Günler sonra ilk defa Işık Cafe'ye gelmiştik. İçeride hatırı sayılır bir doluluk vardı. Yağmur yerini kara bırakmıştı, doğa gelinliğini giymişti.
Berrin sıkıntıyla nefesini dışarıya verdi.
"Ne oldu sana kuzum?"
Gözlerimi devirdim. Berrin'den böyle laflar duymaya alışamayacaktım. Artık görüştüğümüz zamanlarda kaos da çıkmıyordu. Hayat bütün sıkıcılığı ile ilerliyordu. Sandalyenin çekilme sesiyle Berrin sağına ben de soluma baktım. Mehmet hafiften bir kardan adam olmuştu. Bu beni gülümsetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANGREN
General FictionSen benim kalbime giden atardamarlarımdan biriydin. Kessen ölürdüm ama sen beni eksik bırakmayı tercih ettin. Eksikliğini hep hissetmemi isteyecek kadar bencildin. Öldürmek yerine eksik bırakmayı tercih ettin. Kalbimin simsiyah, kansız, kuru bir h...