Annem perdemi aralamış olmalı ki gözüme düşen gün ışığından korunmak için yorganımın altına saklanmıştım. Tam bir kez daha uykuya dalacakken, telefonum çalmaya başladı. İlk iki aramada hiç oralı olmadım ama telefon susmuyordu. Susmaya da niyeti yoktu. Çünkü sabahın bu saatinde beni ısrarla arayacak tek insan vardı ve açana kadar pes etmeyeceğini biliyordum.
Yorganımın altından elimi çıkartıp yanımda ki komidinimi yokladım. Bitirilmiş bir bardak sütüme rastladım, yatmadan önce okuduğum o şahane kitabımı da geçip ojelerimden birkaç tanesini de düşürdükten sonra nihayet telefonu bulmuştum. Direk kulağıma götürdüm. Uykulu uykulu:
-Efendim, Mısra, dedim.
-Tatlım, sonsuza kadar uyuyamazsın. Bugün okul var biliyorsun,değil mi?
Telefonun arkasından annesinin sesi geliyordu. Sanırım acele etmesini falan söylüyordu.
-Bu haksızlık senin fazladan üç gün tatilin var ama benim yok, dedim. Ve yorganımın altından çıkıp perdemi kapattım. Yatağa tekrar dönüp oturdum.
-Ve bu şartlar altında benim altıda kalkıp senin yedide kalkman da haksızlık.
Ben cevap vermeyince "Duruu sakın uyudum deme" dedi. Gözlerim kapalı konuşuyordum. "Uyudum." dedim.
"Gerçekten komiksin tatlım, ama annemle sahilde yürüyüşe gidiyorum. Okula git ve bensiz bir sınıfta nasıl mutsuz olunurmuş gör bakalım. Üç gün sonra görüşürüz. " Telefonu kapattım ve yatağa öylece kendimi bıraktım, kalkmak istemiyordum.
Biraz daha uyumak için uğraşmaya devam edersem geç kalacaktım. Yüzümü yıkamak için banyoya gidip geri döndüğümde yatağım çoktan toplanmıştı. Altıma siyah dar pantolonumu ve üstünde barış işareti olan tişörtümü geçirdim.
Kahvaltımı öyle hızlı yaptım ki sütümle arada boğazıma yardımcı olmasaydım boğulabilirdim. Okulun bahçesine girdiğimde geç kaldığımı anladım. Koşmaya başladım. Tam kantinin yanından geçiyordum ki koca bir vücuda çarptım, artık nasıl kocamanlıksa sarsıldığımı hissettim.
Gözleri ela'ydı, saçları siyaha yakın bir renkti. Üzerinde gri renkte neredeyse solmaya yüz tutmuş bir tişört vardı. Altındada keskin kotu...
Bana doğru döndü bir hasar incelemesi yaptıktan sonra :
-İyimisin? diye sordu.
O koca üç ay tatilden sonra okulun açılması ve geç kalmamın verdiği asabiilikle ona patladım."Okulumda böyle önüne bakmadan yürüyen insanlar oldukça pek iyi olamayacağım sanırım" dedim.
Umursamaz bir tavırla "Bence de bundan sonra biraz daha önüne bakarak yürümelisin." dedi.
Belki haklı sayılabilirdi ama koşarken etrafa bakmak, yürürkenkinden daha zordu." Aslında burada kalıp seninle tartışırdım ama yetişmem gereken bir dersim var. " dedim. Onun görüş açısından çıkana kadar hızlıca yürüdüm ve sonra koşmaya başladım. Ders daha yeni başlıyordu. Herkes arkadaşlarıyla otumuş bir şeyler yaparken bende Bade'nin önünde bir sıraya geçtim.
-Selam, dedim.
-Selam.
Aslında bizim diyaloglarımız hep bu şekildeydi. Ailelerimiz yakın olmasa Badeyi tanımamazlıktan gelebilirdim. Saçları kısa, gözleri kahverengi bir kızdı. Beyaz tenli sayılabilirdi. Ona çirkin demek haksızlık olurdu aslında baya güzeldi.
Hoca tam tahtaya doğru yürürken kapı açıldı. Müdür yardımcısı içeriye girdi. Tam o sırda aksilik buya kalemimi düşürdüm. Almak için eğildiğimde müdür yardımcısı sınıfa yeni birinin katıldığı haberini verdi. Tam kafamı kaldıracakken kafamı masaya vurdum. Onun acısıyla başımı ovalıyordum. Yeni çocuğa baktım ve küçük sessiz bir mutsuzluk belirtisi olan bir ses çıkardım ve gözlerimi devirdim.
Bu oydu. Çarptığım kibarlık temsili (!) çocuk. Hoca ona yer arıyordu. Mısra olmadığı için benim yanım boştu. Hoca benim yanıma geçebileceğini söyledi. Mısranın yokluğunda ki mutsuzluk bu olsa gerekti.
Ben daha Mısra'nın geleceğini söyleyemeden geldi ve yanıma oturdu. Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Hoca çoktan derse başlamıştı. Bana bakmıyordu ama güldüğünü yanağından çıkan gamzeden anlıyordum. Kollarını göğsünde birleştirdi, ayaklarını bir öndeki sıraya uzattı.
"Ne tesadüf ama."dedi. Bende onunla aynı duruş pozisyonunu aldım.
Huysuzca " Tesadüflerden nefret ediyorum. "dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denemeye Değer
Roman d'amourBazı aşklar korkularını yenmeye değer, hayallerinin peşinden koşmaya, onunla hayal kurmaya, hiç olmadığın olmaya değer... Bazen imkansız sandığın şeyi denemeye değer.