Oy ve yorumlarınızı lütfen ihmal etmeyin. Satır aralarımız boş kalmasın... <3
Keyifli okumalar.
Instagram: suleavlamaz
Twitter: sulisindunyasiBaşlamadan önce bir güvercin emojinizi alırız. 🕊
BÖLÜM SEKİZ 🕊 KAVUŞAN YÜREKLER
Gün ışığı kasabanın ahşap hanelerine ulaştığında Balamir'de geçirdiğim en huzurlu gecelerimden biri sabaha kavuşmuştu. Öyle mutluydum ki bu mutluluğu uykuyla paylaşmak istememiştim, her anının tadını çıkarmam gerekiyordu, gözlerimin kapalı olduğu her an vakit kaybıydı. Bu his kolay kolay elde edilmezdi sanki. Sabah kalktığımda genelde hissettiğim o uyuşukluk benimle değildi, gözlerimi açar açmaz ayılıp telefonumu elime almıştım bir şey yazıp yazmadığını görmek amacıyla. Yazmamıştı, doğrusu son görülmesi en son bana yazdığı mesajda takılı kalmıştı bir daha da çevrimiçi olmamıştı. Görevlerin süresinin içeriğine göre fark gösterdiğini abimden biliyordum, belki hâlâ oradaydı -ki bu ihtimal içimi sıkıyordu- belki de sabaha karşı dönmüşlerdi ve çoktan uyuyakalmıştı, bu benim umut ettiğimdi.
Onlarca kez okudum yazdığını, defalarca gözlerimi kapattım ve o büyülü anları düşledim. Zeytin ağacına gittiğim o yol ilk defa o kadar kusursuz, cennetten bir parça gibi gelmişti. İçim öyle temaşa ile doluydu ki en ufak bir huysuzluk etmeden kalkmış mutfağa dalıp sofrayı hazırlamıştım. En iyi -kardeşlerimin söylediklerine göre aynı zamanda tek iyi- yaptığım şey olan patates kızartmasını sofranın en ortasına koymuştum. Çayı demlemiş, kahvaltılıkları masaya dizmiştim. Yaptığım her işin ardından telefonuma bakıp bir mesaj gelip gelmediğini kontrol ediyordum ancak hiçbir gelişme olmamıştı.
"Bismillahirrahmanirrahim."
Annemin sesini işittiğimde hayaller aleminden irkilerek çıktım, salatalıkları alacalı kesip yuvarlak yuvarlak doğruyordum, gereksiz yere bir telaş yapıp keskin bıçağı işaret parmağıma sapladım ve acıyla inleyerek bıçağı tezgaha savurdum.
"Ay!" diyerek elimi şiddetle sallarken anneme baktım. "Anneciğim şu odalara hayalet gibi girmeyi ne zaman bırakırsın tahmini?" Musluğu açtım ve sızıntı şeklinde kan akan elimi soğuk suya tuttum. Acı hissederek tısladım.
"Ne yapayım kızım, odaya girmeden önce ferman mı göndereyim?"
Elimi musluktan çektim, peçeteye sardım. O sırada yanıma ulaşan annem başını elime uzatarak "Ah sakar kızım, ah," dedi. "Çok kestin mi?"
Başımı hayır der gibi salladım. "Geçer şimdi. Ama kesebilirdim, anne gerçekten baskın yapan polisler gibi girme lütfen odalara."
"Ne baskını yahu?" derken gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ayağını uzatıp fuşya rengi pofuduk terliklerini gösterdi. "Sesi evi inletiyor terliklerin, sen şuna bende var bir Leylalık desene..."
Bakışlarımı kaçırdım hemen. "Ne leylalığı?" diye geveledim ağız ucuyla. "Uyuyamadım bir türlü, kahvaltı hazırlayayım dedim, dalıp gitmişim işte..."
"Hangi dağda kurt öldü?"
Büyük bir hayretle ona baktım. "Aşk olsun anne."
Yüzümü avuçladı. "Şaka yapıyorum, şaka. Geç hadi sen kenara, kalanını ben hallederim. Baban kahvaltıda olacak bugün, pişi yapacağım."
"Ya, döndü mü?" dedim büyük bir heyecanla. Çok özlemiştim.
"Döndü döndü," derken suratı asıldı annemin. "Döndü ama nasıl..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İS KOKAN ZEYTİN AĞACI
General Fiction"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da yaşamaktadır. Sıcacık bir ailede büyüyen Mihra, hayatın sert ve acımasız yüzüyle henüz tanışmamıştır...