Bölüme başlamadan önce, ilk bölümdeki yorumlardan anladığım üzere anlaşılmayan bir şeyler var. Mesela Mihra'nın Türkiye'de yaşadığı sanılıyor. Hayır arkadaşlar, Mihra'nın yaşadığı ülke Türkiye'nin güneyinde bir akdeniz ülkesi olan ve gerçekte var olmayan Karahan ülkesi. Kurgu için oluşturuldu. Mihra'lar Karahan'da yaşayan Türkmen topluluğundan.
Keyifli okumalar.
Başlamadan önce güvercin emojisi bırakmayı unutmayınız.🕊
Bol yorum bekliyorum! 💚
Bölüm İki 🕊 Beklenmedik
Bölüm Şarkısı: Mark Eliyahu – Ballad For The Weeping Spring
Bazı geceler, gündüzlerden daha uzun sürüyormuş. Uyku yapıyormuş geceleri kısa, o olmayınca doğmak bilmiyormuş gün.
Yatağımda dönüp durdum, koyunlar saydım, kalktım, dar odanın içinde birkaç tur attım, pencereyi açtım, hava aldım; geri yattım. Fakat bana mısın demedi, bir türlü uyuyamadım. Gözümü her kapattığımda o koca zeytin ağacının altındaydım, şarkımı sonlandırıyor ve gözlerimi açıyordum. Sonra kalbimi tek bakışıyla sarsan o kehribar gözlerle karşılaşıyordum ve yüreğim dehşetli bir zelzeleye tutulmuş gibi sallanıyordu. Öyle ki, ilk başta kalp krizi geçirdiğimi sanıp babamı uyandırmayı bile düşünmüştüm.
Ne diyecektiysem adama? Baba, bu sabah bir askerle karşılaştım, adı Yusuf Agâh'mış, aklımdan bir türlü çıkmıyor, onu düşündükçe kalbim deliriyor, kalp krizi geçiriyor olabilir miyim? mi?
Halim gülünçtü. Gece bitmek, gün doğmak bilmemişti. Sabah ezanı okunduğu sıra ancak almıştı gözlerim uykuyu...
Nihayetinde sıcak güneş ışıklarını kapalı gözlerime çaldığında daha fazla uyuyamayacağımı düşünerek ayağa kalktım. Saat beşi geçmişti. Bahçedeki çiçekleri sulayıp ailem için kahvaltı hazırlamayı düşündüm. Kısa kollu geceliğimin üzerine ince gri hırkamı alıp kesintisiz uykuda olan kız kardeşlerimi uyandırmamaya özen göstererek hafif adımlarla odadan dışarı çıktım. Karşıda kalan mutfağın içinden tıkırtılar duyulduğunda abim Bilal'in henüz çıkmadığını anlayarak çıplak ayaklarımla mutfağa doğru adımlar attım.
Üzerindeki ona çok yakıştırdığım yeşil Karahan asker üniformasıyla küçük mutfak masasında çayı, birkaç dilim domates, peynir ve zeytinle kahvaltısını yapıyordu. İçeriye girdiğimde çay bardağını dudaklarına götürmekteydi, çayını yudumlarken koyu yeşil gözleri yukarı kalktı ve beni buldu. Onu sabah kahvaltısında genelde yakalayamazdım, ama tevafuken yakaladığımda da fazlaca mutlu olurdum çünkü abimin muhabbetini çok severdim. Bundan dolayı keyifle gülümseyerek, "Hayırlı sabahlar abi," dedim.
Bilal de çay bardağını aşağı indirdi, kalın dudaklarında nahif bir tebessüm canlandı. "Hayırlı sabahlar Mihra," dedi çayını yudumlar yudumlamaz. "Ben de birisi rastgele uyansa da bana eşlik etse diye geçiriyordum içimden." Çenesinin ucuyla karşısındaki sandalyeyi işaret etti. "Geçsene."
"Ben de neden uyuyamıyorum bir türlü diye düşünüyordum. Duanın muhatabı ben olmuşum demek," derken sandalyeyi geriye çektim ve tam karşısına oturdum.
"Bardak getireyim," diyerek kalkmaya hazırlanırken "Hayır abi," diye engel oldum. "Bilirsin bu saatlerde bir şey yiyip içemem."
Tekrar yerine otururken "Size bir asker disiplini şart," dedi gülerek. "Günün yirmi beş saati uyukluyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İS KOKAN ZEYTİN AĞACI
Genel Kurgu"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da yaşamaktadır. Sıcacık bir ailede büyüyen Mihra, hayatın sert ve acımasız yüzüyle henüz tanışmamıştır...