sonnets

18 5 0
                                    

Günümüz...

Joseph

Kulaklığımdaki müzik sesi kesildiğinde Connor'ın sesi kulaklarıma dolmuştu.

"Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgarlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten ergeç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki, asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün, elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir."

Sırt üstü yattığım yatağımda hafifçe doğrulup başımı çevirdim ve ona baktım. Kulağımda kulaklık olduğu için onu duymadığımı sanmış olacak ki utançla gülümsemişti.

"Beni duyduğunu bilmiyordum."

Onun aksine daha hafif bir gülümseme yüzüme ilişmişti. "18.sone... Sanırım her sonesinde ayrı duygulanıyorum."

Gözlerini benden kaçırıp "Sen de okusana bir tane. Favorini mesela..." demişti. Yüzündeki ifadeyi göremediğim için ben de gözlerimi yeniden tavana dikmiştim. En sevdiğim soneyi kafamın içinde taramaya başlamışken duygularımı da dile getirmenin en iyi yolunun şiir olduğunu düşünmüştüm.

"Tanrı beni ilk başta sana kul yaptı, sonra
Keyfine el koymamı yasak etti
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara:
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerede olursan ol, yetkin güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
Canın neyi isterse varsın o keyfini sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden suçlamadan keyfini."

Soneyi okumamı tamamladığımda yüzünde belli belirsiz bir gülümseme olduğunu konuşmasının tınısından anlayabilmiştim. "58.sone... Çok çarpıcı değil mi?"

Başımı hafifçe sallayıp "Evet. Beklemenin büyük bir acı ve fedakarlık gerektirdiğini de oldukça güzel vurgulamış." dedim. Tam bana karşılık cümlesine başlayacakken odamızın kapısı FBI ajanlarının hışımıyla açılmıştı. Ki bu da yatağımda doğrulmam için yeterli bir hışımdı.

"Bu biraz ani oldu değil mi?" Karşımızda Nat duruyordu ve soluk soluğa kaldığı için konuşması da kesikti. "Ama size bir haberim var."

Connor hemen "Bir şey mi oldu?" diye atılmıştı ama Nat onu duymuyormuşcasına derin nefesler alıyordu. Açıkçası bu hali beni de ürkütmeye başlamıştı.

"Birazdan bir evde partiye katılacağız." İtiraz etmek için ağzını açan Connor'u anında susturmuştu. "İtiraz yok. Size bir seçenek de sunmadım. Şimdi..." Nefes alış verişi düzene girmiş gibiydi. "...hazırlanmaya başlasanız iyi edersiniz. Bu kılıkla partiye gidilmez." Yerine doğrulup bize bakışlar attıktan sonra "Yarım saate sizi almaya geliriz." dedi ve gülümseyerek kapıdan dışarı çıktı. Connor ile birbirimize bakakalmıştık. Açıkça görülüyordu ki ikimiz de yurttan çıkmak istemiyorduk. Partileri sevmiyordum ama -belli ki- hiç tanımadığım birinin partisine gitmek bu nefretimi iki kat arttırıyordu.

"En iyisi giyinmek... Hiç istemesem de..."

Connor yatağından kalkıp dolabına yönelirken "Hiç istekli görünmüyorsun." dedim alayla gülerek. Kendi dolabıma yönelip sırtımı döndüm. Birbirimizi görmesek de onun üstünü değiştirmesinin fikri vücuduma hafif bir sıcaklık vermeye yetiyordu.

"Eh, başka şansım yok. Nat bize seçenek sunmadığını söyledi."

"Sence kimin evine gidiyoruz?" Bilmesini umarak sormuştum sorumu. Bilmediğine emin olsam da...

"Bilmiyorum ama Nat'in takıldığı çocuklardan biri olduğuna yemin edebilirim." Kısa bir duraksamanın ardından devam etti. "O çocukların çoğunu sevmiyorum. Hani seni kötü yola saptırabilecek çocuklar..."

Kulağıma gelen demir sesinden kemerini takmaya çalıştığını anlamıştım. Ben de sweatimi üstüme geçirip kapüşonunu düzeltmekle meşguldüm.

"Nat daha iyi birini hak ediyor." dedim bir çırpıda. Neden onun hayatıyla ilgili yorum yaptığımı bile bilmiyordum.

"Herkes hak ettiği kişiyi er ya da geç bulur."

Dolabımın kapağını kapatıp yatağımın kenarındaki çantama yönelmiştim. "Evet doğru. Örneğin Kat ve sen..."

Sesimdeki kıskanç tınıyı duymamış olmasını diliyordum çantamı yerden alırken. İçinde cüzdanım vardı ve ön gözden onu almak için fermuarı açmıştım. Connor ise sessizliğe bürünmüştü. Cüzdanımı alıp çantayı yerine koyduktan sonra ona baktım. Gözleri üstümdeydi. Yanlış bir şey söylediğimi düşünmüştüm bana bakışlarından dolayı. Ama o gülümsedi ve "Belki." dedi. Daha sonra ise telefonunu eline alıp bakınmaya başladı. Kısa süreli suskunluk Nat'in yeniden odaya adeta dalmasıyla son bulmuştu.

"Hadi gidiyoruz."

Gözlerimi devirip "Kapımızı kırmaya yeminlisin galiba." diye homurdandım. Nat ise sakince "Ah, özür dilerim. Hoşlandığım çocuğu göreceğim için çok heyecanlıyım ve kendimi kontrol edemiyorum." dedi.

Seni anlıyorum demek istesem de hiçbir şey diyememiştim. Nat, Connor ve ben odadan ayrıldığımızda dışarda bizi bekleyen Lisa da aramıza katılmıştı. İlk ev partime katılacak olmanın stresi ise bütün hücrelerime eşlik etmeye başlamıştı.

The Secret of Joseph | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin