y/n: bildiğiniz gibi her hikayenin bir tepe (climax) noktası vardır ve sonrasında düşüş (falling action) yaşanır. Öncelikle söylemeliyim ki bu hikayede birden fazla climax olacak :D ve işte, onlardan biri karşınızda..
mükemmel editi için, hayatımın anlamı
larentscreature 'a sonsuz teşekkürler ;)Genç Styles'ın o günü zaten, Harley'in ona saçma bir tokayı fırlatmasının öncesinden tuhaf başlamıştı ya.
Tek kişilikten biraz daha büyük olan dağınık yatağında, alarmından önce onu uyandıran şey ince duvarlar sayesinde rahatlıkla duyulabilen anahtarla kapıyı başarısız açma girişimleriydi. River o pazartesi sabahına uyandırıldığı daha ilk saniyeden, aslında ablasının gece gelmediğini ve geceden kalma bir şekilde kapının deliğini zorladığını anlamıştı. Kardeşini azarlamak için bile saat çok erkendi hem. Bu yüzden, yataktan çıkıp ona hangi cehennemde olduğunu ve neden sınavlarına bu kadar az bir süre kalmışken kendisini dağıttığını sormadı. Üstelik, Merin'in üstüne gitmekten hoşlandığı da söylenemezdi, çoğunlukla.
Şu ara çok sık tekrarlanan şekilde, tek başına kahvaltısını etti ve çıkmadan önce iyi olduğundan emin olmak için odasının kapısını yavaşça araladı, ablasını uyandırmamak için özen gösteriyordu. Yatağın içine girmeden, yalnızca yorgana sarılan, uykuda olan bedenini gördüğünde içinde tuttuğu nefesi yavaşça verdi ve kapıyı aynı sessizlikle kapadı.
Her sabah olduğu gibi, birkaç kilometre uzaktaki okuluna metroyla gitti. Büyük okul kapısından geçene kadar kulaklığını kulağındaki yerinden hiç çıkarmadı. Sabahki ilk iki dersini uyuyarak geçirirdi zaten. Sonraki iki ders ise, edebiyattı ve River hocası sayesinde edebiyata ısındığını henüz o zamanlar bilmiyordu. En azından, en alakasız anlarda gelen tuhaf anksiyete ataklarının edebiyat dersindeyken daha az yaşadığının kendisi de farkındaydı. Bay Tomlinson'ın, ilk kez bu okulda kavga etmeye kalktığında onu koruduğunu ve yeniden bir şey yaşanırsa koruyacağını bildiği içindi belki de.
Ders arasında, merak ettiği için ablasına mesaj atmayı ihmal etmemişti. Çünkü ne zaman Merin'le konuşmadan güne başlasa, ister istemez kendini eksik ve tuhaf hissederdi. "River: Sabah odana geldiğimde uyuyordun, uyandırmak istemedim. İyi misin?"
Cam kenarında olan sırasında, başını kaldırmadan mesaj bildirimiyle aydınlanan telefonuna baktı. "Merin: İyiyim, gece geç kaldığım için sabah uyanamadım sadece. Kahvaltını ettin mi??? :*"
River, sadece iç çekti. Merin'in son zamanlarda bu kadar sık yalan söylemesi onu rahatsız etmeye başlamıştı; bunlar her ne kadar ufak tefek, beyaz yalanlar olsa dahi. River, Merin'in sabahın köründe eve geldiğinden kesinlikle emindi. Yine de üstünde durmadı, en azından o anlık. Birkaç dakika içerisinde de, edebiyatın ikinci dersi başlamıştı zaten.
Dönem bitmeden önce, son konularından birine başlamıştı edebiyat öğretmeni. Dersin sonuna gelindiğinde ise, ödev ve sınavlarını açıklayacağını söyleyince, River ister istemez heyecanlanmıştı. Tanrı biliyordu ya, diğer derslerinden daha çok uğraşmıştı edebiyat ödevi için. Oturduğu öğretmen masasında başı kağıtlara doğru eğikken, River öğretmeninin normale göre biraz durgun olduğunu fark etti ilk kez. Ama bunun nedeni her ne ise, kimseyi ilgilendirmezdi, değil mi? River sınav notlarının açıklanmasında sıranın kendisine gelmesini beklerken sabırsızca tırnağının kenarındaki etleri kemirmeye başlamıştı bile. "River Styles. Ödev notu: doksan beş. İkinci sınav notu: seksen." Hemen unutmamak için sayıları sırasının üstüne not aldı küçük kısaltmalarla. Beklediğinden yüksek aldığına bir miktar inanamamıştı. Çünkü River, oldum olası matematik ve sayısal ders düşkünüydü ve edebiyat gibi sözel bir dersi yapabilmek onun için imkansıza yakındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
S H E (She lives in daydreams with me)
FanfictionHarry(Merin) hayatındaki tüm zorluklara rağmen mutlu biriydi, Louis ise hayatın monotonluğunda kendini ve anlam arayışını kaybetmiş, eski bir alkolikti. Bu yüzdendi belki de, tanrı, Harry ve Louis'i tanıştırdı. Louis geçici bir süreliğine de olsa, d...