Bir ilişki krizinin ortasında kalmanın en kötü yanı, ilişki krizini asıl yaşayanın en yakın arkadaşınız olmasıdır. Ve ben bunun zorluklarını derinlemesine anlayacağım kadar deneyimlemek zorunda kaldığımda Çinli arkadaşım uyuya kalmış, Japon arkadaşım kafasını yorarak telkin cümlelerinin çeşitliliğini arttırmaya çalışırken en sonunda saçlarını dağıtmış ve sevgilim rolünü üstlenen adam da krizi yatıştırmak için üçüncü kahve bardağını Doyoung'a taşımıştı. Benimse vicdani yüklerimin fazlalığı arkadaşımla beraber ağlamama sebep olacak kadar çoktu.
Tamam. Bu olanların sonucunda hata payı olanlar listesinde ben yoktum. Ve hatalı kim o da tartışma konusuyken içimdeki drama queeni çıkarmam ne kadar doğruydu bilmiyordum ama en yakın arkadaşımın hisleri hakkında onunla daha detaylı konuşmam gerektiği bir gerçekti. Ve ben bunun için geç kaldığımın bilinciyle, o Jungwoo'yu ikna etmekle ilgili ağlarken -mecazi falan değildi, liseden beri ilk kez ağladığını görüyordum- ben de Johnny'nin kolunun altında suçlu çocuklar gibi ağlamıştım. Daha da kötüsü Doyoung ben ağlıyorum diye bir daha ağlamıştı ve en son Yuta dayanamayıp kendine suni göz yaşı yaptıktan sonra ağlama etkinliğimize katılmıştı. Ve ağlamamız yetmiyormuş gibi Jaemin odasından öğüre öğüre çıkıp, altında sadece boxerla tuvalete kadar etrafa çarparak koşarken Jeno peşinden hızlı hızlı onu takip etmişti. Sarhoş bir deliyi kusma yolunda zapt etmenin inceliklerini erken yaşta öğrendiği için onun adına üzgündüm. Ancak üzgün olduğum bir diğer konu, bizim ağlamalarımıza bir de Jaemin'in öğürme sesleri karıştığında, evin birkaç deliyi tımarhanede yalnız bırakmışız gibi bir hal almış olmasıydı. Aramızdaki deliler topluluğuna, uykusunda Çince küfür edip sonrasında da Nakamoto Yuta'nın yüzyılın en büyük puştu olduğunu söyleyen Win'de katılmıştı.
O gecenin nasıl bittiğini bile bilmiyordum. Çok büyük ihtimalle Johnny'nin omzunda sızıp kalmıştım ve yine çok büyük ihtimalle beni yatağıma sürüklemek zorunda kalmıştı. Dahası, yatak keyfimizi de kaçırmıştım ve bu çok can sıkıcıydı. Uyumadan önce sohbet etmeye bayılıyordum. Aklımıza ne gelirse ondan bahsediyorduk, bazen hiçbir şeyden bahsetmeden sadece birbirimizi izliyorduk ve bazen izlemeyi de bırakıp öpüşüyorduk. Ama en sonunda uyuya kaldığımızda sabah büyük bir mutlulukla uyanıyordum. Aslında bu sabah da hiçbir şey farklı olmamıştı. Yatak keyfimizi kaçırmış olsam bile yine mutluydum ve bakılınca daha da mutluydum çünkü bu gün işe gitmiyordu. Üstelik Johnny bu günü bizde geçirmek istediğine dair bir şeyler de söylemişti.
Yuta, yazmam gereken bir dünya makaleyi Johnny'nin yanında hatırlatıp, kaçırdığım derslerin bilgisini ağlama krizimizin ortasında söylediğinde, bunu tahmin ediyor olmam gerekirdi tabii. Çünkü Johnny'nin bizde vakit geçirmesindeki kasıt, benim odamda, benim yatağımda ve sadece ikimizin olduğu uzun soluklu süre değildi. Benim odamda oturup ödev yaptığım, onunda arkadaşlarımla kaynaştığı türden bir şeydi. Açıkçası, beni çalışma masama oturtup, sıkı çalış dedikten sonra odamdan yok olmasını beklemiyordum. Sırf merakımdan çatlayıp kafamı ödeve veremiyorum diye su alma bahanesiyle odamdan çıktığımda beni odama geri postalamasını da beklemiyordum. Ancak yaşanan şey tam da buydu. Yavaş yavaş içtiğim suyla mutfak tezgahına yaslanıp ne yaptıklarını izliyordum ve Johnny Yuta'nın kamerayla ilgili teknik bilgiler verdiği anı yarıda kesip bana ödevimin bitip bitmediğini sormuştu. Bir anda gözümün önünde annemin canlandığına yemin bile edebilirdim. Öyle benzer bir ses tonu ve soru biçimiydi ki hayır bile diyememiştim. Tek yaptığım koca su bardağını nefes almadan içip odama geri dönmekti ve sabahın 10'unda beynimin yettiği kadar bir ödev faslını geride bırakabilmek için iki saate yakın uğraşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marmellata - johnjae
FanfictionBizim küçük apartman dairemizin karşısında, yaşadığımız semtin en ünlü restoranı olan Santiago'nun yönetici şefi oturuyordu ve ben ondan nefret ediyordum. Kendisine taktığı ismiyle tüm mahalleye buram buram kendini beğenmişlik yayıyordu ve ben her s...