Vücudumun sağ kısmında felç olmama yetecek kadar şiddetli bir baskı hissettiğimde ve sonra kedi yavrusu gibi kafasını göğsüme sıkıştıran Jaemin biraz daha yukarı çıkıp yanaklarımı mıncıkladığında artık uyanmam gerektiğini anlayabiliyordum.. Fakat hayır. Hafta sonuydu ve ben bunun tadını yatağımda nefis bir uykuyla çıkarmalıydım.
"Hyung şu dövmeli adam yine gözlüklerinle ortalıkta dolanıp geçen geceki çocuğun ismini soruyor." Ah.. pekala bu acil bir durumdu. Ve sanırım kalkmalıydım.
"Yuta'ya onu eve almamasını söylemiştim."
"O sırada Yuta hyung tuvalette işiyordu. Kapıyı açan Win. Ama sanırım Yuta hyung da seni dinlemezdi çünkü şimdi balkonda birlikte birer sütlü çay içiyorlar."
"Gözlüklerim hala yüzünde mi?"
"Evet. Ve çok yakışıyor."
Koca bir lanetle birlikte gözlerimi açtıktan sonra yataktan kalktım ve üzerimde ki Jaemin'i de beraberimde çekiştirdim. Benden önce odadan çıkıp çorabının tekini aramaya gittiğinde bir süre için çıplak kalan tek ayağı parkede şap şap ses çıkartmıştı. Gece sıcaklayıp bir köşeye fırlattığım pijama altımı üzerime giydikten sonra odadan çıktım ve doğruca oturma odasına yürüdüm. Taeyong'un, uyuzun arkadaşı olduğunu bir sabah oturma odamızda oturup uyanmamızı beklediği gün öğrenmiştim. Adam resmen-nasıl yaptığını bilmediğimiz bir şekilde- evimize girmiş ve biz uyanana kadar da öylece beklemişti. Gerçi bizi uyandıran şey Jaemin'in çığlık çığlığa ağlama sesiydi fakat neticesinde hepimiz tek tek karşısına dizilmiştik.
Oturma odasına girdiğim anda karşımda ki balkonda bacak bacak üstüne atmış ve Yuta'nın Japon usulü sütlü çayını içen Taeyong'la karşılaşmıştım. O manyak ifadesinin asılı olduğu yüzünde benim gözlüklerim vardı ve üstüne atlayıp gözlüklerimi çıkartması için onu pataklama isteğim körükleniyordu.
"Sülük müsün sen? Buraya gelme diye kaç kere demem gerekiyor? O gece evimizde gördüğün kişi her kimse bilmiyorduk. Onlarca kişi vardı ve hiçbirini de tanımıyorduk. O yüzden git ve lütfen bir daha asla gelme." Uyanır uyanmaz kimseye böyle sövmek istemiyordum ancak şartlar bunu gerektiriyordu ve Taeyong kesinlikle güzel sözlerden anlayan bir tip değildi. Bir de onun arkadaşıydı, bu yüzden ılımlı olmak istemiyordum.
"Günaydın." Yüzüme bakıp gülümsedikten sonra karşısında ki sandalyeyi göstermişti. Boynuna kadar uzanan dövmelerinden tutun gözlerinde ki acayip lenslerine kadar her şey tüylerimi diken diken ediyordu fakat hakkında öğrendiklerimden sonra ağzım bir karış açık kalmıştı. Aklıma geleni yumuşatma gereği duymadan rahatça söylediğim adam iki farklı bölüm bitirmişti ve istese şu anda harika bir hastanede cerrah olarak çalışabilecek kadar donanımlıydı. Fakat kendisi bunu tercih etmek yerine, gidip bir bar işletmeyi seçmişti. Böyle seçimler gerçek hayatta oluyor mu diye çok sorgulasam da pek yanlış bir seçim değildi çünkü ne sabah ne de gece boş kalmıyor, insanlar mekana ipi kopmuş gibi para basıyordu.
"Taeyong bize hediye getirmiş Jaehyun." Win elinde tuttuğu şampanya şişesini bana gösterdikten sonra gülümsedi ve ardından Yuta da beni yoklarcasına bakınmıştı. Kibar olmamı istiyorlardı. Her hallerinden anlıyordum. "Sağol, Yuta da sana çay ikram etmiş. Şimdi git." Ama o niyetim hiç mi hiç yoktu.
"Onu bulmadığım sürece her sabah sizi ziyaret etmeye devam edeceğim." Onun da vazgeçmeye niyeti yoktu. Belki de karakteristik yapısıyla ilgili bir durumdu belki de şimdiye kadar elde ettiği her şeyi böyle elde etmişti, bilmiyordum ancak o kadar ısrarcıydı ki, bu enerjisini dünya için kullanmış olsaydı daha iyi bir yerde yaşıyor bile olabilirdik. "Tanımıyoruz diyorum. Hem de uzun zamandır. Tanımıyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marmellata - johnjae
FanfictionBizim küçük apartman dairemizin karşısında, yaşadığımız semtin en ünlü restoranı olan Santiago'nun yönetici şefi oturuyordu ve ben ondan nefret ediyordum. Kendisine taktığı ismiyle tüm mahalleye buram buram kendini beğenmişlik yayıyordu ve ben her s...