"Baba dağ gibidir, Dağ devrilirse... Sular çekilir, Çiçekler solar , Hayat çölleşir."
Okuduğum bir şiirden gözüme çarpan belki de hayatımın en büyük tanımıydı bu satırlar. Sularım çekilmiş ve çiçeklerim solmuştu on beşimde. Daha on beş yaşında hayatın hiçbir sillesini yememiş kendi başında arkadaşlarıyla takılan ,hayata dair hiçbir gayesi olmayan, düştüğünde anne diye ağlayan küçük bir kızdım sadece .Ne olabilirdi ki en büyük acı, düştüğümde dizimin kanaması mıydı , notlarımın düşük gelmesi mi, arkadaşımın evinde kalamamak mıydı? En büyük acı ne olabilirdi ki daha o zamanlar. Hiç düşünmemiştim bunu. Gerçi düşünsem de asla hayal edemezdim yüreğimden kopan canı. Evet bir can kopmuştu yüreğimden babamı kaybettiğimi duyduğumda . Bir hastane koridorunda üzerimde okul üniforması ve çantam ile ameliyathaneden çıkan doktorun sarf ettiği kelimelerle öğrenmiştim babamın öldüğünü "Üzgünüm hastayı kaybettik" kayıp mı etmiştik? O an ki halimi düşünüyorum da , hani gerçekten kaybetme olasılığına daha fazla inanmıştım. Ölüm aklımın belki de en kuytularından bile göstermemişti kendisini. Çocukluk bu ya nereden gelirdi insanın aklına değil mi? Babamı kaybetmişim bu nasıl mümkün olabilirdi ki? İnsanın babası ölür müydü hiç? Almıyordu aklım işte. En yakınımda ki sandalyeye oturttuklarını hatırlıyorum bedenimi. İnsanların kendi aralarında süren konuşmalarını, hiçbirini algılayamıyordum, tamamen kapalı olan zihnimin içerisinde kocaman bir soru işareti olan annemin nasıl olduğu ihtimali ile tekrar kendime gelmeye çalışmıştım.
Annem nasıldı peki. Kalkıp sarılırdı dimi bana. Hani şu yaralanan bacağımı öptüğünde iyileşmesi gibi yüreğimden kopan canın yerini bu şekilde iyileştirirdi dimi. Anneydi o sonuçta, iyileştiremeyeceği yara olamazdı ki onun. Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söyledim karşımdaki doktora .Annemi sormuş olmalıyım diye tahmin ediyorum, o anlar çok fazla puslu hafızamda nedense. İkinci kez açılan kapının ardından omuzları düşük. gözleri yerde , halsiz bir doktor çıktı "Zümrüt Dinçer'in yakınları burada mı" umutsuz ve kısık bir tonda sormuştu bu soruyu. Yavaşça elimdeki çantamla ile kalktım ayağa .Hayır nedendir bilinmez bırakamıyordum çantamı. Güç veriyordu sanki ona tutunmak. Tutunabileceğim son umuda adımlarken bile güç veriyordu elimdeki çanta. "Burdayım" kısık çıkan sesimi duyup-duymadığını pek anlamasam da önünde dikilen bedenimi şöyle bir süzüp geriye doğru baktı "Bir büyüğün yok mu küçük" İçerde ikisi de demek istesem de dudaklarımı birbirine sıkıca bastırarak elimde tuttuğum telefonu daha çok sıktım "Şey gelicekler birazdan ben kızıyım. Bir şey mi lazım oldu, kıyafet, çorap pantolon ... Param da var" çantamın içindeki cüzdanımı almak için fermuarı açarken bir yandan da cevap vermeye çalışıyordum. Hani ne istese veremezdim de küçük bir çabaydı elimdeki. "Dur kızım gel gerek yok hiçbir şeye otur sen bi istersen iyi görünmüyorsun" ellerimi tutup göz göze gelmeye çalışan adama baktım usulca .İyi olmam için anneme ihtiyacım vardı benim. "Annem" çıktı dudaklarımın arasından. "Annem iyi mi?" Hani bir ateş düşerdi ya tam göğüs kafesinize ve sıkmaya başlardı yavaştan içinizi öyle bir ateş korlandı yüreğimde. Titreyen ellerimi tutan doktora daha çok tutundum. Bir kelimesine muhtaç olur muydu insan insanın? Oluyormuş daha o gün tecrübe ile sabitledim ben bunu "Maalesef elimizden geleni yaptık ama geldiğinde kalbi çoktan durmuştu" Kalbi mi durmuştu? Ölmüştü yani öyle mi? Ölüm gerçekten de tek bir kelime ile anlatılacak kadar net, her cümleye konuk olacak kadar ihtimaldi belki de. Kalbi durmuştu. Adamın avuçlarındaki ellerimi çekip etrafımdaki acıyarak bakan insanlarda gezdirdim gözlerimi. Kimi bana bakarak ağlıyor, kimi de kendi aralarında beni göstererek konuşuyorlardı. Dudaklarımın arasından çıkan kıkırtıya engel olamadım. Kalbi durdu... ellerimin havaya kalkıp insanlara uzanmasını durduramadım . Kalbi durdu.... Yüreğimden kopan parçaların ruhuma tekrar dönerek cam olarak batmasını anlamadım. Kalbi durdu... Ölüyor muydum? Bilmiyordum ama ancak bu kadar acıyabilirdi ölürken canım .Belki de çoktan ölmüştüm, o an aklımdan geçen çoğu şeyler sis perdesiydi. Delirmemek için çok geç kalmıştım zaten... Şeyi hatırlıyorum ama, hala kulağımda çınlar doktorun sesi, Kalbi durdu... hayatımda her şeyi unuttum geçmişe dair. Annemin sesini ,babamın yüzünü, tek unutmadığım bu iki ses benim şu hayatta ki ilk ölüm fermanımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZÜMRA
General FictionHayatında tüm zorluklara kendi başına göğüs germiş , kanayan dizlerini tek başına saran bir KADIN; ZÜMRA GÜMÜŞAY. Sevmelerin en çok yakıştığı bir ADAM; ASLAN HANCIOĞLU. "Aşk Hafızım, İki Yüreğin Birbirinde Soluklanmasıdır."