• part eleven •

170 23 1
                                    

Salvatore ve ben bunları hak etmedik

*

Aşk, sanırım bu hayatta konuşmaktan ya da düşünmekten en çok kaçtığım şey olabilir. Aşk bana hep saçma gelmişti. Klişe değil mi? Etrafımdaki herkes aşk denilen saçmalıklar yüzünden kendilerine aykırı davranmışlardı. Annem babama olan aşkı yüzünden ülkenin diğer ucuna gelmeyi kabul etmişti. Babam anneme olan aşkı yüzünden ailesini karşısına almıştı. Romanlarda bunlar gerçekten güzel şeylerdi, sevdiğin biri için fedakarlık yapmak ama gerçek hayatta ise kendi topuğuna sıkman ile eş değerdi.

Daha önce hiç aşık olmadım. Yani eğer dükkana gelen yabancı asker sayılırsa belki bir kere olmuşumdur ama onun aşk olduğundan emin değilim. Dükkanda yalnız çalışırken gelmişti ve yabancı olmasına rağmen dilimizi gayet güzel konuşuyordu. Aynı zamanda çok kibardı ve ben o gidene kadar onun mavimsi gözlerine öylece bakmıştım sadece. Söylediklerine karşın cevap bile verememiştim. Sarhoş gibi hissetmiştim kendimi ama zihnim hiç olmadığı kadar açıktı. Sonra o askeri bir daha hiç görmedim ama ne zaman bir asker görsem beynimde beliren ilk silüet onunki oldu. Buna aşk denilebilir miydi?

Sahi aşk neydi ki? Aşık olduğunu nasıl anlardın? Veya aşık olduğun insanın doğru insan olduğunu nasıl bilirdin? Aslına bakarsan ikinciyi anlamak ilkinden daha kolay eğer aşktan gözünüz dönmediyse.

Neden mi bu aşk konularındayım? Aslında bu düşünceleri kafama sokanlar askerler oldu. Aralarından biri evlenecekmiş ve onun bu haberi ile hepsi eşlerinden ve çocuklarından konuşmaya başladılar. Bende istemsizce kendimi konularının içinde buldum. Hepsi ceplerinden eşlerinin ve çocuklarının fotoğraflarını çıkarmış, birbirlerine gösteriyordu. Askerlerin evlilik sonrası izin aldıklarını bilmiyordum. Bende bir askerle evlenirsem buradan çıkmama izin verirler miydi? Ne diyordum ben? Ben normal bir insan değildim. Ben bir mahkumdum, ölmediğim sürece buradan çıkamayacağıma emindim. Sahi ölsem bile cesedimi burada tutacaklarını hissediyordum.

Taehyung, o da evli değildi. Askerlerle yaşıt görünüyordu aslında, neden evlenmemişti ki? Hayatında biri de yoktu. Belki o da benim gibi aşkın saçma bir şey olduğunu düşünüyordur.

Askerler mutlu bir şekilde hayatlarından bahsederken onların bile benden daha bir hayata sahip oldukları gerçeği yine beni bulmuştu. Benim bir hayatım yoktu ki? Demirler mi benim hayatımdı, yarım bıraktığım resimler mi? Onlar için devam eden hayat benim için adeta yerinde sayıyordu. Her gün, her geçen saniye, her batıp yeniden doğan güneş, bunların beni endişelendirmesinden nefret ediyordum.

Nasıl bu hale düşmüştüm? Neyi yanlış yapmıştım. Tek yaptığım haksızlığa göz yummamaktı. Eğer çuvalı çaldığımı kabul etseydim sonum yine burası olacak mıydı? Un çuvalı neden bu kadar önemliydi ki? Yoongi Hyung'un dedikleri beynimde yankılanıyordu, belki gerçekten bu çuval bir bahaneydi ama neyin bahanesiydi? Ben annesine yardım etmek adına dükkanda çalışan normal bir kasabalıydım. Kime ne zararım dokunmuştu ki? Ya da beni saatli bir bomba gibi görüp önlem adına mı tıkmışlardı buraya? Yoktu işte, hiçkimsede cevaplar yoktu. Sadece sorular, sorular ve daha fazla sorular. Cevapları alabileceğim tek kişi bir bilge edasıyla açık konuşmak yerine sadece öğüt veriyordu.

Sinirlenmiştim yine işte. Bu yüzden düşünmekten nefret ediyordum. Derin nefes alıp beynimi farklı yerlere çekecek yeni konular aramaya başlamıştım ama karşıma çıkan sadece aynı konulardı. O yabancı asker, ne yapıyordu acaba? Geleceğim nasıl olacak? Bir gün evlenecek miyim? Evleneceksem kiminle evleneceğim? Annem hep kasabadaki kızların ideal eş olduklarını söylerdi ama dürüst olmak gerekirse hiçbir kızdan arkadaşlık dışında bir şey daha önce hiç hissetmemiştim. Mesela hiçbir kız bana daha önce yabancı askerin yaşattığı tuhaf duyguyu yaşatmamıştı. Kendim hakkında en emin olduğum konu buydu sanırım.

*

"Taehyung, sen hiç aşık oldun mu?"

Aniden sorduğum soruya karşın adeta içtiği suda boğulan Taehyung ile sorumu yanlış bir anda sorduğumu anlamıştım. Taehyung sakinleştiğinde bana dönmüş, neden sorduğumu sorarcasına bakmıştı.

"Niçin soruyorsun?"

"Yaptığım ya da sorduğum şeylerde niye bir neden arıyorsun? Merak sadece"

"Aşk olarak sayılır mı bilmem ama elbette hoş bulduğum insanlar oldu. Şu andan bahsediyorsan eğer hayır, şu an sevdiğim biri yok"

"Burada uzun süre kalmak aklımı yitirmeme neden oldu sanırım. Doğru düzgün düşünemiyorum ve beynim çok dolu. Bazen düşüncelerimin sesinden uyuyamıyorum bile ve onları susturmak için hiçbir şey yapamıyorum. Ne yapmalıyım Taehyung?"

"Elimden bir şey gelmiyor gerçekten üzgünüm Jungkook. Burada zamanını daha keyifli ve sakin nasıl geçirebilirsin bilmiyorum"

"Biliyorum, üzgünüm. Sürekli senden yardım istemeyi kesmeliyim artık"

Bakışlarımı yere indirdiğim anda kendimi pirinç pilavı yiyip ağlarken bulmuştum. Noluyordu bana? Neden duygularımı kontrol edemiyordum? Boğuluyordum adeta. Burası sıkıyordu. Her gün duvarlar bir metre daha yaklaşıyordu sanki bana. Her gün başka bir cehenneme uyanıyordum. Gitmeliydim, bir saniyeliğine bile olsa nefes almak istiyordum.

Ağlamam sinir krizine dönüştüğünde bacaklarımı bedenime çekip kollarımın arasında ağlamaya devam etmiştim. Kendimi kontrol edemiyordum etrafımdaki her şeyi yıkmak istiyordum. Ellerim titriyordu ve göz yaşlarım sanki durmamaya yemin etmişçesine akıyordu. Taehyung, ani duygu değişimimi fark etmişçesine hızla önüme gelmiş, demirlerin arkasından beni sakinleştirecek bir şeyler demeye başlamıştı. Duymuyordum, ne onu ne başka bir şeyi. Tek duyduğum iç çekişlerimdi. Kalbim acıyordu, bir el adeta boynumu sıkıyordu, öyle sıkıyordu nefesim dışarıya çıkmıyordu. Üzerimdeki görünmez baskıyı vücudumun her yerinde hissediyordum. Birazcık sakinleşmeye başladığımı sandığımda kendimi soğuk duvar zeminini yatılı bir halde bulmak o ana kadar beklediğim bir şey değildi.

*

Gözlerimi açtığımda kendimi ucuz bir ampülün içeriyi tam aydınlatamadığı bir yerde yaşlı bir adamın bilmediğim bir dilde sessizce bir şeyler fısıldayıp alnımdaki bezi düzeltirken bulmuştum.

"Daha iyi misin delikanlı?"

"Bana ne oldu? Burada ne yapıyorum?"

"Kriz geçirip bayılmışsın. Gardiyan getirdi seni buraya. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamış mıydın?"

"Hayır, beni getiren gardiyan nerede?"

"Koğuşta tabi. Nerede olacak? Sen düşünme kimseyi, dinlenmene bak. Başında birkaç asker bekleyecek, yine kötüleşirsen onlara haber ver tamam mı? Son olarak rsakın kaçmaya çalışma"

Yaşlı adam bastonu ve kahkahası eşliğinde çadırı terk ederken askerlerden biri çadıra girip yanımda dikilmeye başlamıştı. Burada kalacağımı anladığımda biraz daha rahat yatabilmek adına kımıldanmış, ayağımda hissettiğim kelepçe ile gözlerimi devirmiştim. Yaşlı adam bu yüzden böyle demişti demek ki. Çok komik (!). İç çekip bakışlarımı askere çevirdiğinde bana değil ileriye doğru baktığını görmüş, şapkası yüzünden yüzünü tam göremesemde tanıdık bir yüz yapısı olduğunu anlamıştım.

"Yarın buradan çıkabilecek miyim? Biliyor musun?"

"Ne zaman iyi olursan o zaman çıkacaksın"

"Çok yardımcı oldun"

İstemsizce imalı konuşup başımı yan tarafıma çevirmiş o zamana kadar hep boynumun ağrımasına neden olan tahta dışında başka bir uyuyabileceğimin gerçeği ile gözlerimi kapatıp gülümsemiştim. Yoongi Hyung'u şimdi çok iyi anlıyordum. Burası gerçekten çok rahattı. Belki de bu gece gerçekten huzurlu bir uyku çekebilecektim.

𝐬𝐚𝐥𝐯𝐚𝐭𝐨𝐫𝐞 ↬ 𝐭𝐚𝐞𝐤𝐨𝐨𝐤 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin