• part eight •

253 30 5
                                    

magazin videoları eşliğinde yb yazmak 🤝

*

Taehyung'un ağzından

"Gardiyan mıyız yoksa köle mi gerçekten bilmiyorum"

Patatesleri soyarken diğer birlikten Hoseok'un iç çekişi ile bakışlarım ona dönmüştü. 58. koğuşta gardiyanlık yapıyordu ve çok konuştuğumuz söylenemezdi.

"Sence de bizi kullandıklarını düşünmüyor musun? Yemek işi bizde temizlik işi bizde. Sanki gardiyan değilmişiz gibi"

Başımı olumsuz anlamında sallayıp işime döndüğümde etrafı kontrol etmiş, elindeki bıçağı bırakıp yüzüme yaklaşmıştı.

"Hey benimle rahat konuşabilirsin dostum. Bende sizdenim"

Gülümseyerek kolunu sıyırmış, bandanasının altındaki amblemi göstermişti. Hızlıca bandanasını çekip sinirli bakışlarımı ona göndermiş, kimsenin olmadığını bildiğim halde bakışlarımı etrafta gezdirip kısık sesle konuşmuştum.

"Dikkatli olmalısın. Biri görürse biteriz. Burası konuşmak için uygun değil"

"Ne sıkıcısın yahu. Kimsenin bir şey anlayacak ya da yapacağı yok. Her neyse birliğindeki köstebeklerden sonra korkunu anlıyorum yinede bu kadar ödlek olma"

"Yaşadığımız yere bakılırsa bunu demen sadece insanı güldürüyor"

"Biz kardeşiz. Birbirimizi koruruz. Bu yüzden korkmuyorum. Sende korkmamalısın"

'Bir işaretin beni ölümden kurtaracağını sanmıyorum' demek isterdim. Kardeş olmadığımızı, o amblemin kolumda olmasından nefret ettiğimi söylemek isterdim ama sustum. Kimsenin seçimlerini sorgulamak bana düşmezdi. O benden farklıydı, o amblemle olmaktan gurur duyuyordu.

Patatesleri kazana doldurmuş, bıçağımı masaya bırakıp önceden hazırladığım yemek tepsisini alıp tahta kapıyı açarak koğuşa doğru ilerlemeye başlamıştım. İlk gideceğim yer 58. koğuştu. Kemerimdeki anahtarları çıkarmış üzerinde 58 yazan anahtar ile demir kapıyı açmıştım. İçeride sadece bir mahkum vardı ve orta yaşlı bir adamdı. Yemeğini ona uzattığımda yine yorgun bakışları ile teşekkürlerini söylemiş, bilmediğim bir dilde dualar okumaya başlamıştı.

Saygıyla eğilip koğuştan ayrılmış, diğer koğuşlara doğru ilerlemeye başlamıştım. Kendi koğuşum dışında diğer bütün koğuşlara gittikten sonra sıcak dolu erişteyi almış, elimi yakmasını sorun etmeden kendi koğuşuma doğru ilerlemeye başlamıştım.

Cebimdeki anahtar ile demir kapıyı açmış, hem Jungkook'un hemde Yoongi'nin uyuduğunu görünce yemekleri masaya bırakıp tahta sandalyeyi çekmiş, biraz kestirebilmek adına kafamı masaya koymuştum.

Jungkook'a yalan söylüyordum, ona yalan söylemeliydim. Güvenini kırıp burayı kötü bir kabus yapmalıydım ki ne buraya gelmeyi düşünmeliydi ne de ne beni ne başkasını özlemeliydi. Kendime çok kızıyordum, ona başta çok yakın olmuştum, mesafeleri hiçe saymıştım, bu yüzden onu beklemediği anda adeta sırtından vurmak daha iyi olacaktı. Onu kendime nefret ettirmeliydim.

İç çekip kafamı kaldırmış, kolumu sıyırıp yok olmaya başlayan ama her gördüğümde içimdeki nefreti canlı tutmama neden olan işarete bakmıştım. Normal bir insanın gözünden bir beşgenden farkı yoktu ama asıl sorun çizgilerin altındaki küçük kelimelerdi. Barış, sevgi, sadakat ve oraya hiç uymayan intikam. İlerleyiciler diyorlardı kendilerine. Ne kadar saçmaydı. Yaptıkları her işin modern olduğunu savunuyorlardı ve tek amaçları yok olan krallıklarla birlikte yeni bir devlet kurup modern düşüncelere sahip bir yönetim ile İlerleyicilerin her bir üyesini yönetimde söz sahibi yapmaktı. Siz buna oligarşi diyebilirsiniz ama ben sadece saçmalık diyordum.

Krallık zamanı halk sadece sefalet içindeydi, bütün insanların daha yeni duyduğu demokrasi ile herkesin içindeki umut büyümüş ama sözde yöneticiler ile sefalete geri dönmüşlerdi. Yalan yok öncekinden daha iyiydi ama yinede halkın istediği bu değildi.

Bu ambleme nasıl mı sahip olmuştum? Doğduğumdan beri sahiptim. Babam üyelerden biriydi ve üyeler kendilerine seçilmiş yerlere gidip orada ayaklandırma çıkarırlardı. Buna 'danışma' derlerdi ama tam bir danışmaya benzemiyordu. Ailemin öldürülmesinin nedeni buydu, bu yüzden gözlerde benim üzerimdeydi. Bundan hoşnut değildim ama bu duruma alışıktım. Ne zaman kolumu göstersem ya da kolumdaki amblem belli olsa bütün insanlar -en azından ne anlama geldiğini bilenler- bu tavrı bana her zaman takınırlardı.

Bana yazılan kader belliydi ama bu kaderi yaşamayacaktım.

*

"Teşekkür ederim"

"Rica ederim"

"Beni oradan çıkarmakla riske girmedin mi?"

"Kimse görmezse sorun yoktur"

"Sen öyle diyorsan"

Erişte dolu tabağı Yoongi'ye uzatmış, karşısına oturup bitirmek üzere olduğum kitabı alıp okumaya başlamıştım. Yoongi hiçbir şey demeden yemeğini yemeye devam ederken kolunu sıyırması ise geçenlerde fark ettiğim bir şeyin gerçekliği yüzüme vurmuştu. Aynı amblem ama daha parlak sanki yeni yapılmış ya da önceki amblemin üzerinden geçilmiş gibi. Bakışlarım kolunda kaldığında hızlıca görünen yeri kapatmış, tedirgin bakışlarını üzerimde hissetmiştim.

"Sorun yok. Biz kardeşiz"

'Biz kardeşiz' kapının açılması için söylenen parolalardan biriydi. Söylediğimle tedirginliğinin azaldığını hissetmiştim. Bu amblemin insanlara yaptıracaklarının sınırı yoktu. Bana neler yaptırmıştı? Hiçbir şey. Bu amblem asla beni kontrolü edememişti ama onu etmişti. Birkaç kez ayaklandırma yarattığını duymuştum buraya gelme nedeni de buydu sanırım. O, Jungkook'tan farklıydı. Daha zekiydi ve neyin ne olduğunu anlayabiliyordu. Buraya ilk düşüşü değildi. Bu yüzden onunla konuşmak daha kolaydı.

"Tehlikeli değil mi?"

Uzun süreli sessizliğini bozup sesini kontrol edercesine konuşmuş, bakışlarımı kitaptan çekmeyip sorusunu yanıtlamıştım.

"İnsanları kandırmak kolaydır Yoongi. Bir yalana inandırmak o yalanı nasıl anlatacağına bağlıdır"

𝐬𝐚𝐥𝐯𝐚𝐭𝐨𝐫𝐞 ↬ 𝐭𝐚𝐞𝐤𝐨𝐨𝐤 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin