• part nineteen •

156 25 12
                                    

Canım ficim okunmuyor 🙂

*

Jungkook'un ağzından

Saatler akıp geçerken ve ay penceredeki yerini alırken hâlâ Taehyung'u bekliyordum. Ona gitmek için erken olduğunu ve zamanı gelince kaçmamız gerektiğini ya da kaçmayıp çıkacağım günü beklememizi ve ben çıktığımda hayallerimiz için adım atmamızı söyleyecektim. Onunla kaçmak istemiyordum, doğrusu kaçmak istemiyordum. Burada her şey yolundaydı, kaçmak saçma olurdu aslında kaçmak istemememin nedeni Taehyung'a olan güvenimin azalmış olmasıydı. Benden sakladığı her ne ise merak bile etmiyordum artık hatta bunu kendisinin uydurduğunu bile düşünüyordum. İkimizinde birbirimizi daha iyi tanımasına ihtiyaç vardı ve bunun için zaman gerekiyordu.

Geldiğinde ona söyleyeceklerimin son tekrarını yapıyordum. Psikopatça gelebilirdi ama o geldiğinde aklımda bir şeyin kalmasını istemiyordum. Gözlerim demir kapıda en ufak bir hareketlilik beklerken içimden yavaşça yüze kadar saymaya başlamıştım. Bu onu beklerken zaman geçirmek adına sıkça yaptığım bir şeydi.  4. Kez yüze yazmayıp bitirip hâlâ hareketlilik görmediğim kapıya karşın iç çekmiş, yine gelmeyeceğini anlayıp içimdeki güvenin bir parça daha ayrılmasına izin vermiştim.

Bu halleri o kadar sinir ediyordu ki beni. Söz veriyordu ama söz verip tuttuğu sözler bir elin parmaklarını geçmezdi. Neden böyleydi anlamıyordum. Kendimi de anlamıyordum, nasıl bu kadar güvenmiş ve inanmıştım ona? Sanırım gerçekten gözüm dönmüştü ve bu o askeri gördüğüm zaman konuşmayı unutup sarhoş gibi hissetmekten bile beterdi. O ne dese her şeye evet diyecek olmuştum. İyiki sonunda gerçeği anlamıştım yoksa şu an peşimizde düzinelerce ordu ile çamurlu yollarda yarın yokmuşçasına koşuyor olurdum. Düzinelerce ordu abartı oldu sanırım, bizim için en azından benim için bu kadar uğraşacaklarını sanmıyordum. Elbette peşimizden gelirlerdi ama eminim birkaç adımdan sonra bizi yok sayacaklardı, bunca zaman yaptıklarıma göz yummuşlardı buna da yumacaklarına emindim.

Ayın ışığı koğuştan uzaklaştığında Taehyung'un geleceğine dair ümitlerimi yitirmiş, tahtaya uzanıp Taehyung'u düşünmemeye çalışarak biraz olsun uyumaya çalışmıştım. Yine yapmıştı işte, gelmemişti. Bu seferki bahanesini merak ediyordum özellikle kaçalım diye tutturup gelmemesi onun gerçekten iyi bir bahaneye ya da yalana sahip olduğunu gösteriyordu. Ya gelecekti ve pembe tozlu yalanlarını üzerime serpecekti ya da yine bambaşka bahanelerin ardına saklanmışçasına yazılmış kelimlerle zihnimi dolduracaktı, seçim onundu. Benim seçimim ise uyumaktı. Onu düşünmek istemiyordum çünkü o beni düşünmüyordu. Sadece bu rahatsız yerde hayallerimin başrolde olduğu çekebildiğim kadar rahat bir uyku diliyordum.

Koğuşun kapısının yavaşça açıldığında çıkan ses ile gözlerimi açmış, karşımdaki ay ışığının koğuşu terk etmesine rağmen yüzünün her bir santimini tanıdığım insana bakmıştım. Taehyung siyah pelerin misali bir kıyafet girmiş, beni gördüğü anda gülümseyip kısık sesi ile konuşmuştum.

"Hadi, gidiyoruz"

"Taehyung, gitmeyelim. Gitmek için erken. Ben çok düşündüm ve bunun saçma ve riskli bir karar olduğunu fark ettim. Gitmemek en iyisi, burada kalalım, sadece biraz daha. Ayrıca o sakladığın şey madem çok önemli neden benden saklıyorsun ki? Sana güveniyorum ama bu beni bana şüphelendirecek çok şey yaptın. Üzgünüm, ben gitmek istemiyorum"

"Jungkook bunu benimde istediğimi mi sanıyorsun? Seni kurtarmaya çalışıyorum. Sana söylemedim çünkü ben bile kendime bu duyduklarımı yediremiyorum-"

"Senin abarttığını düşünüyorum. En fazla ne olabilir ki? Söyle gitsin"

"İdam edileceksin Jungkook. Buradan çıkmayı düşünüyorsun ya çıkamayacaksın. Başından beri amaçları seni idam ettirmekmiş. Seni bu yüzden buradan kaçırmaya çalışıyorum çünkü seni kaybedemem"

"Ama ben sadece bir çuval yüzünden buradayım neden beni idam etmek istiyorlar ki?"

"Kolumdaki amblemi sormuştun bana hatırlıyor musun? Sana sadece bir aile geleneği olduğunu söyledim. Üzgünüm ama yalandı. Bu amblem ilerleyicilerin sembolü. Bu adı duymadığına eminim ama ailen onların bir parçasıydı aynı benim ailem gibi. Sana ne yaptıklarını anlatamam buna zamanımız yok ama şunu bil ki bu dünyada bir tane bile ilerleyici kalmayana kadar savaşacaklar. Onlardan biri olup olmamanı umursamıyorlar, tek dertleri seni yok etmek. Çünkü sen bu ambleme doğuştan sahipsin aynı benim gibi. Beni manevi oğlu sayan asker sayesinde ben biraz olsun şanslıyım ama sen ya ölümü ya yaşamayı seçeceksin. Bu yüzden lütfen bana güven. En azından seni buradan kaçırmama yardım et. Seni kaybetmek istemiyorum Jungkook"

Duyduğum cümleler bir bir beynimde dönerken ne yapmam gerektiğini arasında kalmıştım. Taehyung'a güvenmek istiyordum ama ya dedikleri doğru değilse? Ya bunların hepsi onunla gelmem için uydurduğu şeylerse? Taehyung bunu yapar mıydı? Şu ana kadar bana hep yardımcı ve dürüst olmuştu ya da ben öyle sanmıştım. Amblem konusunda yalan söylemişti ama bunu da benim iyiliğim için yapmıştı. Düşünmek ya da seçmek için zaman yoktu, Taehyung'un açtığı kapıyla ölümden kurtulmaya ya da başka türlü bir ölüme doğru ilk adımımı atmıştım. Taehyung yanındaki pelerin tarzı şeyi üzerime geçirmiş, önümü görebileceğim şekilde şapkamı takmıştı. Planımıza göre şimdi işkence odasındaki büyük camlardan çıkacaktık. Taehyung, işkence odasının büyük kapısını açmaya çalışırken Yoongi'nin uyandığını görmüş, refleks ile bizi görmemesini sağlayacak şekilde gölgeye doğru ilerlemiştim.

"Saklanmana gerek yok. Sizi ötmem Jungkook. Gidin ve hayatınızı yaşayın ama Yoongi diye birini tanıdığınızı unutmayın. Bir gün bu cehennemden kurtulursam bende size katılırım"

Taehyung, gülümseyip Yoongi'ye dönmüş, cebindeki anahtarlardan birini Yoongi'ye uzatmıştı.

"Kural dışı biriydin hep ama burayı yuvan bellemiştin. Geldiğin ilk günde 'Burası hep böyle güzel midir?' dediğinde anlamıştım. Bu yüzden seçim senin Yoongi, ne zaman gitmek istersen git. Eğer çıkarsan bir gün bizi bulacağına eminim. Sen iyi bir dostsun. Teşekkür ederim"

"Emin ol bir gün çıkarsam ilk işim sizi bulmak olacak"

Gülümsemiş, Yoongi'ye veda edip işkence odasında gizlenmiş büyük pencereye doğru ilerlemiştim. Yavaşça atlamış, etrafı kontrol edip kimsenin olmadığını anlayınca Taehyung'la el ele tutuşmuş, hızlıca ilerideki ormana doğru ilerlemeye başlamıştık. Arkamızdaki garip sessizlik ile her adımda daha bir yavaşlarken arkamızda kopmaya başlayan kıyamet ile arkama bakmış, ileriden yansıyan fener ışıkları ve insan sesleri ile derin nefeslerim düzensizleşen kalp atışlarım ile ilerlemeye devam etmiştim. Her adımım öncekine kıyasla hızlanırken Taehyung sorun olmadığını söyleyip beni sakinleştirmeye çalışsada duyduğum tek şey boğuk seslerden fazlası değildi. Yaklaşan her bir insan sesinde kötü düşünmemeye çalışıp sadece koşmaya odaklanırken kurtulabileceğimize dair inancımı uyandırmaya çalışıyordum.

Yapamamıştım, kurtulamayacaktım. Bacağımda hissettiğim ani sızı ve bir anda yere yıkılmam bunun ne kadar berbat bir fikir olduğunu gösteriyordu. Vurulmuştum, hemde tam bacağımdan. O an o koğuşta ölmeyi bile tercih etmiştim.

𝐬𝐚𝐥𝐯𝐚𝐭𝐨𝐫𝐞 ↬ 𝐭𝐚𝐞𝐤𝐨𝐨𝐤 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin