Sarı Göz Efsanesi - I

49 53 0
                                    

Bu efsane,Lâtes kasabasının azgın nehirler misali günün birinde kuruyup yok olduğu ,yerine derin bir sessizliğin karabasan gibi çöktüğü bir öğleden sonrasının hikayesi... Günümüz insanlığı bu kasabanın başına gelenlere efsane olarak bakıyor olsada elbette Alf'in varlığından haberdar olan sizler kasabanın aslında bir zamanlar olduğunu ve uğursuz karanlık tarafından yutularak sonsuza kadar bilinmeyenin ardında gizlenmeye mahkum edildiğini biliyor. Derry kasabasında olduğu gibi bu kasabada da kana susamış canavarların sırları saklıydı. Penywise kadar olmasa da lanetli bir yaratığın Alf'den asırlar öncesi kan döktüğü bir yerdi burası.

                            *********

Soğuk bir akşama girildiğinde her zaman olduğu gibi gökyüzünü renksiz bir tabaka sarmıştı. Lâtes kasabası iki dağın yamacında ,ormanlık arazinin kıyısında kurulmuş bir kasabaydı. Bu kasabada yaşayan insanlar kaba saba ,ne konuştuğu anlaşılmayan türdendi. Bu yüzden buraya yabancı çok uğramazdı. Ayazın kalın kürklü hayvanları bile titrettiği bir günde Jhor ailesinin yeni ferdi dünyaya gözlerini açmıştı. Jhor ailesinin reisi Thaus aralarına katılan bu oğlan bebeğine Volmer ismini vermişti. Volmer'in annesi Lina iki büklüm olmuş şekilde yatağında uzanıyordu. Oğlunun Thaus'un kucağında olması onu rahatsız ediyordu. Adamın bebeğe bakan kara gözlerinde genç kadını korkutan bir gurur vardı. Volmer'in babası karısına bakarak ona oğlan çocuğu vermesini kutluyordu. O dönemlerde erkek çocuk sahibi olmak güç anlamına geliyordu.

O gece doğan bebeğin kasabayı yok edici bir karanlığa hapsedeceğini kim bilebilirdi ? Lâtes kasabası Volmer için şenlik düzenlerken karanlıkta gizlenen gözler onları seyrediyordu.

                            *******

Aradan yıllar geçti küçük Volmer on yaşına bastı. Artık aile kanlı tören için hazırlıklara başlamıştı. Bu yobaz kasabada erkek çocukları on yaşına geldiklerinde bir tören düzenlenirdi. Kanlı Tören olarak isimlenen bu tören de on yaşında ki erkek çocuklar ormanın karanlıkla kaplı sarmacında kurt avlamaya mecbur tutulurdu. Bu sayede çocuğun güçlü bir erkek olacağına inanılırdı. Elbette kurt avlarken ölen çocuklarda vardı. Ya da avdan korkup da vazgeçen çocuklar ... Bu çocuğun üyesi olduğu aile utancın simgesi haline getirilirdi. Bu sebepten çok zor bir hayat yaşadılar. Çoğu buna dayanamayıp göç etti. Saygı görmeden yaşamaya çalışanlar da oldu. Bu ailelerin oğulları ,kurt avlayıp töreni başarıyla sonlanan çocuklar gibi yaşları gelince güzel bir kızla evlenemedi. Birkaçı çirkin,kör kızla evlenmeyi kabul ederken bir kısmı da hiç evlenmedi. Daha doğrusu gönüllerini kaptırdıkları kızların aileleri onları istemedi. Çünkü erkek olarak kabul görmüyorlardı. Bu tören sayesinde gücün öldürmek, erkekliğinse tüfeğin ardında gizlenen parmaklarda olduğu düşünülüyordu. Avda başarılı olamamışsan ne erkek olarak kabul edilirsin ne de ailen saygın olur ! Kural bu kadar basitti işte. On yaşında ki çocuklara yüklenen bu sorumluluk tören öncesinde bazılarının intihar etmesine bile sebep olurdu. Buranın kurtları insan etine bu tören sayesinde alışıktı. Çok sayıda çocuk kurtların ininde öğün olmuştu. Bu sebepten eskisi kadar korkmuyordu kurtlar.

Volmer uyumak için uzandığı yatağında dört dönüyordu. Kız kardeşi ne rahat uyuyordu. Ah, ona göre hava hoş. O kendini ispatlamak zorunda değil. Volmer korkuyordu. Kurtlardan her zaman korkmuştu. Hele amcasının anlattığı insan yiyen kurt hikayeleri... Onları sürekli aklına getirir ve gizli gizli ağlardı. Kasabada erkek çocukların ağlaması da saygınlığı azaltırdı. Bunu kaybetmemek için yere düşüp canını acıtan çocuklar göz yaşlarını bastırır acısını ise kendine saklardı. Volmer bazenleri "Neden? "diye sorardı. Neden bu boktan dönemde yaşıyordu? Ah ne fark eder nasılsa avda başarılı olamayacak ve asla evlenemeyecekti. Ailesi onu reddedecek o da bir uçurumdan kendini atacaktı. Birkaç saniyede kısa süren hayatını ve kısa süren ölümünü özetledi kafasının içinde. Lâtes kasabasında kız çocukları sıradan insandı. Erkek çocuklarıysa tanrıydı. Onlar ne isterseler o olurdu, hangi kadını eş seçerlerse kadın onlara varmak zorundaydı, kısaca erkekler ne derse o olurdu. Hatta çok güzel olduğu için aynı dönemde altı kocası olan zavallı bir kızcağız bile vardı. Sekiz çocuğuyla beraber kocalarının kölesi haline gelmişti. Zamanla kocaları arasında çıkan tartışmada dördü ölmüştü. İkisinin arasında yapılan yarışta da kazanan Koe olunca diğeri kısa sürede istediği başka bir kızı kendine eş yapıp zavallıya hayatı zindan edecekti. Evet, altı kocası olmak zorunda bırakılan kadın da vardı, altı tane kadını önüne eş diye sunan tanrı yerine konan erkekler de vardı. Erkeklik güç demekti. Ne kadar çok avlanırsa o kadar saygın olur istediği sayıda istediği kızı eş seçerdi kendisine. Bu kasabada iki ayrım vardı. Erkek olanlar ve erkek olmayanlar. Erkek olanlar istediği her şeye sahip olur istediği şeyi yapardı. Hiçbir şekilde kabahatli sayılmazdı. Erkek olmayanlar ise ne denirse yapmakla hükümlü kimselerdi. Kız çocuk doğuran anne değersiz bir çöp olurdu. Kocası "erkek" olduğu için yerine hemen başkasını buluverirdi. Zavallı kadın yavrusuyla beraber kapı dışarı edilirdi. Ya soğuktan ölürlerdi ya da kurtlara yem olurlardı. Bu sebepten kadınlar kız çocuk doğurmaktan çok korkarlardı. Aslına bakarsanız lanetin uğrayabileceği en doğru kasaba burasıydı.

ALF : ÖLÜMÜN DİŞLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin