"JOELLE... JOELLE... bir ses beni çağırıyordu... bu babamın sesiydi... etrafıma bakınıyordum. deli gibi sesin geldiği yere doğru koşuyordum. sanki yeterince hızlı koşamıyor gibi hissediyordum. yeterince hızlı koşmazsam babama yetişemeyecek gibi... ama ne kadar hızlı koşarsam koşayım bir türlü varamıyordum. her yer zifiri karanlıktı... ve birden beni çağıran ses değişti... artık beni babam çağırmıyordu. beni çağıran ses Will'di. etraf zifiri karanlıktan kan kırmızısına dönüşmeye başladı... ve sonunda az da olsa will'İ gördüm... yerde kanlar içinde yatan micheal ve anne babamı da..."
uyandığımda her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu anladığımda içim bir nebze olsun rahatlamıştı. akşam en son hatırladığım şey bahçede film izlediğimizdi. ne zaman içeri girmiştik? belki de beni will getirmişti. biraz toparlandım ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. biraz da olsa soğuk su iyi gelmişti. son zamanlarda olan onca olay yüzünden bir süredir görmediğim kabusların da geri gelmesi beni iyice yıpratmıştı. alt kata inip Will'i bulmak istiyordum. sonuçta o bir ajandı. anne ve babama olan olayları anlatırsam belki de bulmama yardımcı olabilirdi. banyodan çıktım ve evde will'i aramaya başladım. "WİLL!" bir süredir aramama rağmen belli ki evde kimse yoktu. ve sanırım kaybolmuştum. kim yalnız başına yaşamasına rağmen bu kadar büyük bir evde kalırdı ki.
salona geri dönmeye çalışıyordum ama bir kütüphaneye çıkmıştım bu kadar büyük ve güzel bir kütüphane olmasına gerçekten çok şaşırmıştım. etrafa bakındıkça daha çok aşık oluyordum. yan tarafta uzun bir sera vardı koridor gibiydi ve bir kış bahçesine açılıyordu. burada etrafın tamamı camdı. ve camların önü de çoğunun adını bile bilmediğim bir sürü renk renk çiçeklerle kaplıydı. kenarda küçük bir sehpa ve oldukça rahat görünen bir sandalye vardı. etrafımda bir tur dönerek hayranlıkla inceledikten sonra kütüphane bölümüne geri döndüm. buradaki kitapların neredeyse çoğunu ben de biliyordum ama o kadar çok türden kitap vardı ki hepsini bilmek imkansız gibiydi. hukuk kitapları.. polisiye kitapları.. klasik ve modern klasik kitaplar... ve daha fazlası... her kitabı rengine göre dizmişti. hayranlıkla bakıyordum ama sanki bir şey farklı gibiydi. siyah kitapların dizilişi diğerlerininkinden farklıydı. bir şey diğerlerinden farklı gibiydi. bir süre dikkatlice inceledim ve sorunun ne olduğunu buldum. bir kitap tersti. düzeltmek için çektiğimde bir kapı açıldı. kahkaha atmadan duramadım.
"21. yüzyıldayız! hadi ama bu anca filmlerde olur sanıyordum." ne kadar gülmüş olsam da tabii ki de içeri girecek ve neler olduğuna bakacaktım. tanrıya şükür ki bizim gizemli odamız moderndi. ürkütücü merdivenlerden karanlıkta falan inmiyordum. burası da en az evin diğer bölümleri kadar modern ve bir o kadar da göz alıcıydı. burası da bir koridordan oluşuyordu. her yer ne kadar aydınlık ve güzel olsa da gerilmeden edemedim. büyük bir salona varmıştım. ama bu sabahtan beri geri dönmeye çalıştığım salonun aksine çok daha ürkütücüydü. ortada bir dişçi koltuğu ve tepesinde kocaman bir ayaklı ışık vardı. daha fazla bakamadım çünkü biraz daha bakarsam kusacaktım. yan tarafta uzun bir çekmeceli eski püskü dolap vardı. birkaç çekmecesi tam kapanmamıştı her yerinden kağıtlar fışkırıyordu. dolaba doğru ilerledim. ve açık kalan çekmecelerden birini açtım bir sürü dosya ve her dosyanın kime ait olduğunu gösteren isim kartları vardı.
çekmeceleri ve içindekileri bir kenara bıraktım ve ayağı kalkıp kapısı aralık olan odaya doğru ilerlemeye başladım. içeriye girdiğimde gördüğüm şeyler artık bana çok fazla gelmeye başlıyordu. iki tane ayrı duvarda kocaman mantar pano ve odanın tam ortasında bir çalışma masası.. panolardan birinde marcus'un fotoğraflarını gördüğümde anlamlandıramadım. daha fazla yaklaştım ve incelemeye başladım. o kadar dolu bir panoydu ki. her tarafında kağıtlar, notlar, fotoğraflar, kim olduğunu bile bilmediğim insanlar.. ama aralarından bir yüzü tanıyordum! Micheal! micheal ve marcus arasında ne gibi bir bağlantı olabilirdi ki? daha fazla oyalanmadan diğer panoya dönmeye karar verdim ama bu iş burada bitmeyecekti. marcus ve will'in nereden tanıştığını, marcus ve micheal arasında ne gibi bir ilişki olduğunu öğrenecektim. diğer panoya döndüğümde beynimden vurulmuşa döndüm. bunlar benim fotoğraflarımdı! micheal, ben ve anne babamın fotoğrafları ile doluydu her yer! ve her şey birbirine iple bağlanmıştı! burası beni iyice boğmaya başlamıştı. telefonumla iki panonun ve masanın fotoğrafını daha sonra incelemek için çektim ve bur kasvetli yerden koşarak uzaklaştım. tekrar kütüphaneye döndüğümde gördüğüm şeyler yüzünden nefes alamıyor haldeydim. will'e rüyamı, annemi ve babamı anlatmama gerek yoktu belli ki zaten o gerekli bilgiye yeterince hakimdi. öğrendiğim şeyler kalbimin sıkışmasına neden oluyordu. duyduğum ayak sesleri beni kendime getirmişti. Will geri dönmüştü. toparlandım ve hiçbir şey olmamış gibi kitaplara hayran hayran bakıyor gibi davrandım. will içeri girdiğinde yüzünde bir gerginlik vardı. anlaşılan o da gizli yerini bulmuş olabileceğimden şüphelenmişti. peşimde köle tacirler olmasa veya gidecek başka bir yerim olsa bir dakika bile durmazdım ama kahretsin ki hiçbir şansım yoktu. o yüzden hiçbir şey yokmuş gibi davranmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vakit Sandığından Da Geç
Novela Juvenilaşk, tutku ve intikam... fazla merakın sonlarını getirdiği bir aşk hikayesi...