8. bölüm

38 14 0
                                    

sabah uyandığımda kendimi bir kuş kadar hafif hissediyordum. ve uzun zamandır olmadığım kadar huzurlu! bu günün güzel geçmesi için elimden gelen her şeyi yapmaya kararlıydım. her yerimin ağrıyor olmasını görmezden geldim ve pijamalardan kurtulduğum gibi sabah egzersizleri yapmak için giyinip yapmaya başladım. zamanın nasıl geçtiğinin farkında dahi değildim. sabah egzersizim bittiğinde kendimi daha dinç hissetmeye başlamıştım bile. aşağıya  mutfağa indim ve önce kendime güzel bir kahve hazırladım. pek kahvaltı insanı olduğum söylenemezdi... bu gün her şeyin tadını doyasıya çıkartacaktım. bir yandan hazırladığım kahvemi yudumlarken bir yandan da maillerimi kontrol ediyordum. dün ben uyurken yeni makalem yayınlanmıştı. yorumları okurken de ruh halim iyice yükselmişti. kahvaltım bittiğinde hızlı bir şekilde mutfağı toparladım ve zaman kaybetmeden salona geçtim telefona kolonları bağladım ve pitbull-fun şarkısı eşliğinde dans ederek odama çıktım.  güzelce giyinip süslendim. bugün hiçbir şeyin moralimi bozmasına izin vermeyecektim. hem daha kötü başıma ne gelebilirdi ki zaten. hazırlanmam bittiğinde biricik arabama binmek için can atıyordum. bir insan nasıl arabasını bu kadar özleyebilirdi ki? ama ben özlüyordum. arabam bu hayatta bana ait olan ilk şeydi. arabama atladığım gibi gill'e gitmeye karar verdim. ormana doymuştum ama gill başkaydı. will'le gittiğimiz gibi aynı denize bakıyordu. aslında birkaç yıl önce denizin altında olduğu zamanlar keşfetmiştim burayı. zaten gill de buradan geliyordu, solungaç... ismi gibi gerçekten suyun altındaydı. denizin içini gördüğüm.. az insanın bildiği lezzetli yemekleri olan ve içerisi mükemmel bir şekilde dekore edilmiş bir yer... ama suyun alçalması nedeniyle artık denizi göremiyor olsak da hala çok güzel olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. uzun yolculuğun sununda gill'e varmıştım. buraya uzun zamandır gelemiyordum ne kadar özlediğimi şu an fark ediyordum. arabamdan indiğim gibi içeri doğru yol aldım. gelmeyeli çok olmuştu ama içerisi hala aynıydı. yetimhanede olduğum yıllardan beri buraya gelmemiştim. favori yerimin boş olduğunu görünce doğrudan oraya ilerledim. eskiden burada çalışan herkesi tanırdım ama şimdi pek kimseyi tanıdığım söylenemezdi herkes gitmişti... denizi direk gören köşede ama içeriyi de tamamen görebildiğim bir masaydı. giriş kapısını ortadaki ada tezgahı mutfak kapısını her yeri net bir şekilde görebiliyordum... ben etrafı incelerken garson bir kızın da bana doğru yaklaştığını göz ucuyla gördüm. yanıma vardığında menüye bile bakmadan hemen  yıllar önce sırf onu yemek için her gün geldiğim ravioli yemeğini sipariş ettim. ravioli İtalya'nın en meşhur yemeklerinden biriydi ve burası da İtalyan ve Japon mutfağına bir hayli hakim bir yerdi. bunca yaşanan olayın ardından buraya gelmek kadar doğru bir karar olamazdı. garson kız şaşırmış görünse de bir şey demeden uzaklaştı. siparişim gelene kadar ben de manzaranın ve bu güzel havanın tadını çıkarmaya karar verdim. aradan çok geçmeden siparişim gelmişti ama getiren kişi az önceki tatlı kız değil eski arkadaşım ve buranın  patronunun  olan Luca'ydı. "JOELLE! görüşmeyeli ne kadar zaman oldu tanrım buna inanamıyorum buraya gelmene çok sevindim!" luca o kadar değişmişti ki resmen tanınmayacak haldeydi diyebilirim. eskiden zayıf incecik kısa boylu bir gençti ama şu an karşımda boyu bir hayli uzamış. yüz hatları oturmuş vücudu gelişmiş ve saçları hatırladığımdan çok daha koyu bir hal almıştı. eskilerden birini görmek gerçekten güzeldi. "luca! oh tanrım inanamıyorum ne kadar da değişmişsin böyle" ayağı kalktım ve sarıldık. luca yetimhane kapanış saatlerini kaçırdığımda burada kalmam için bay leonardio'yu ikna ederdi ne zaman yemek yemeye gelsem hep yalnız yediğim için bana eşlik ederdi. "menüye bile bakmadan ravioli sipariş eden birini duydum ve senden başkası olamayacağını biliyordum!" yine yalnız yemeye geldiğim için bana eşlik edecekti.. eski zamanlardaki gibi.. kendine de getirdiği tabağı aldı ve karşıma oturdu. "ee! nerelerdeydin bunca zamandır sana ulaşmaya çalıştım ama yine hiçbir iz bırakmamıştın seni çok merak ettim joelle ve yine yalnız mı geldin? senin gratia ve benden baka arkadaşın olmayacak mı hiç?" karşılıklı gülüşsek de haklıydı. "sanırım bunu asla öğrenemeyeceğiz!" yine hiçbir şey anlatmayacağımı ve şakaya vurup konuyu kapattığımı anladı ve beni anlatmam için zorlamak yerine yemeklerimizi yemeye başladık. işte luca'yı bu yüzden seviyordum. beni gerçekten tanıyordu! tam yemeklerimizi yiyorduk ki telefonum çaldı. arayan Viktor'du. bü güzel günü viktor'a sinirlenerek harcamak istemiyordum o yüzden açmadım. ama ardından marcus aradı. güzel günüm buraya  kadarmış! luca'dan izin isteyerek biraz uzaklaştım. marcus'un sağı solu belli olmuyordu telefonda falan bağırırdı kesin o yüzden hiç risk almaya gerek yoktu. "Ne var marcus?"  yanında birilerinin olduğu kesindi. arkadan gelen seslere bakılırsa hatta resmen toplum içindeydi. bu dağ ayısının şehre indiğini bilmek bile beni şaşırtmıştı. "HANGİ CEHENNEMDESİN SEN? HER YERDE SENİ ARIYORUZ! İLLAKİ BAŞINA BAKICI MI KOYALIM? HABER VERMEK NEDİR BİLİR MİSİN?" tam da tahmin ettiğim gibi bağırıyordu. telefonu biraz daha kulağımda tutarsam kulak zarımın patlayacağından emindim. "marcus ne olduğunu söyle ve bağırma! neden beni arıyorsunuz?" ne kadar bağırma desem de hala bağırıyordu ve etrafımdaki insanlar bana bakmaya başlamıştı o yüzden biraz sesini kıstım. "JOELLE SADECE NEREDE OLDUĞUNU SÖYLE SENİ GELİP ALACAĞIM!" marcus'a cevap verecektim ki kapıdan willin girdiğini gördüm. ve zaten ben cevap veremeden telefonumun şarjı bittiği için kapandı. "will? burada ne işin var? burada olduğumu nereden bildin ve nasıl buldun burayı?" onca soruma cevap vermek yerine sadece göz devirdi. "joelle çok fazla soru soruyorsun! yazdığın makalede ya sen konumları yanlış yazdın ya da biri değiştirmiş. yani bütün köle tüccarları ve mafyalar peşinde o yüzden kaçsak iyi olur!" kolumda tuttuğu gibi beni çekiyordu ki durup masadan çantamı almak için geri döndü. "luca kusura bakma gitmem lazım!" daha fazla konuşamadım çünkü will yine beni çekiştirmeye başlamıştı. "joelle bir sorun mu var bu kaba adam da kim böyle?" kaba adam demeseydi kurtarılabilirdi ama artık çok geçti çünkü will çoktan duymuştu bile. "kaba adam mı? ben Will! joelle'nin erkek arkadaşıyım, sen kimsin?"

Vakit Sandığından Da GeçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin