paramore•
"Aşk,
her zaman nazik olmayan insanlara ve gizli kahramanlara uğrar."❧
"Yılbaşına çok az kaldı. Kaç ay?" Gözlerini kısarak sorduğu soruya kendisi cevap vermişti. "Ah evet, üç ay."
Yolda yürürken koluna daha sıkı girip gülümsedim ve çocuksu bir tonda konuştum. "Kış mevsimini hiç sevmiyorum ama yılbaşı için bana alacağın hediye konusunda oldukça meraklıyım, Tzuyu." Bana verdiği tepki yalnızca bir göz devirmeden ibaretti, kafamı omzuna yasladığımda ensemde kaşkolumun açık bıraktığı bir bölgeye temas eden soğuk yüzünden hemen kafamı geri çekmiştim.
Kış mevsiminden kesinlikle nefret ediyordum.
Eskiden yağmur yağarken kalın kapüşonluma sarılıp mis gibi kokan öğütülmüş kahve içmek çok iyi ve yumuşak hissettirse bile, şimdi belirlenmiş zıtlığa karşı gelmekten başka bir şeymiş gibi gelmiyordu. Her şey çok basitti. Tanrı, üşümemizi istiyordu ve bu bariz belliydi, bunu anladığımda bazı şeylere karşı koymayı bırakmıştım.
Sol elimle kafenin metal kapı kolunu ittirip kapıyı açtığımda, duyduğum rüzgar zili sesine lüzumsuz bir tebessüm ederek siyah botlarımın ıslak ve biçimsiz sokak taşlarından kuru ve parlak mermer zemine geçmesinin arasındaki farkı hissetmiştim. Bundan hemen sonra da, Tzuyu ile beraber mekanın derinliklerine doğru ilerlemiştik. Tzuyu bizim için güzel bir köşe ayarlayacağını söylediğinde onu onaylamış ve bundan yararlanmak için aceleyle henüz birkaç kişinin beklediği kasadaki sıraya girmiştim. Sıraya girdiğinde kırmızı kaşkolumu boynumdan kurtardım ve siyah deri ceketimin önünü açtım. Kapüşonlunun üzerine deri ceket giymek kesinlikle ölüm gibi bir şeydi.
Bedenimde açık kalan belirli yerlere sıcak beklemeden nüfuz etmeye başladığında bu anın bir daha gelmeyeceğinin farkındalığıyla içinde bulunduğumuz kafeyi süzmeye başlamıştım. Loş sarı bir ışık ile siyahın uyumunun sağlandığı kafede çalan yavaş ve sakinleştirici müzik burayı oldukça sakin ve huzurlu bir yer haline getirmişti. Bu mekanı seviyordum. Üniversitenin ilk yılında henüz kimseyle arkadaşlık kuramadığım oldukça korkutucu geçen zamanlarda kendimi ders çalışmak için atabildiğim tek yer bu mekandı. Fiyatları bir öğrenci için iyiydi ve ders çalışmayı olumsuz etkileyecek somut bir etken de bulunmuyordu.
Sıra bana geldiğinde iki sıcak latte siparişi verdim ve kartımla ücreti ödedim, birkaç dakika sonra kahveleri aldığımda tutacak almayı unutmuş olduğumdan dolayı elim yanmıştı. Acıyla yüzümü buruşturmaktan başka pek bir çarem olmadığından dolayı olabildiğince hızlı bir şekilde beni bekleyen Tzuyu'nin yanına gittim.
Beni görür görmez konuştu. "Yeeun aradı. Ona konum attım çünkü kafasını dağıtmaya ihtiyacı varmış." Kahvesini kendine doğru çekerken güldüm. "Yine ne oldu acaba..."
"Deme öyle." Bardağı dudaklarına uzatıp bir yudum aldığında bu sıcağa nasıl karşı koyabildiğine şaşırmakla meşgulken, yutkunup konuştu. Ben de o konuşurken karşısına oturmuştum. "Biraz kolay aşık oluyor sadece, söylemedi ama konunun bununla ilgili olduğuna eminim. En son bir çocukla konuştuğunu söylemişti hatırlıyor musun?"
"Evet hatırlıyorum. Ama hala önemsiz olduğunu düşünüyorum." diye mırıldandım keyifsizce. "Erkekler ne kadar önemli olabilir ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paramore
FanfictionBir dokunuşunla altüst etmiştin kalbimi. [Jeon Jungkook x Rosé] ©2021 6 Aralık🌪