0.2

1.7K 171 53
                                    


Park Chae Young

Günlerden en sevmediğim gün olan salıydı. Saat on biri kırk üç geçiyordu ve ben on üç dakika önce başlayan fizik dersine geç kalmıştım. Bedenime hapsolan soğuğun akabininde hüzünlü nefesler alıp verirken, bedenimi amfinin kapısına yaslamış bir şekilde elimdeki telefonun ekranında yazan saatle bakışıyor, derse girip girmeme konusunda kararsız bir şekilde dudaklarımı dişleyip duruyordum. Hazırlık dahil üç yıldır bu okuldaydım, bölümün temel derslerinden biri olan fizik dersini de en az iki, en fazla üç yıldır alıyordum sanırım. Bu kafa karışıklığını yok eder ve kısaca üç yılı baz alırsak, üç yıldır veremediğim fizik dersine üçüncü yılımda kelebekler saçan bir mutlulukla girmeyi elbette başaramamıştım.

Bu dersten kesinlikle haz etmiyordum. Yıllardır kuyruğum gibi peşimde dolaşması yeterince sinirimi bozmuyormuş gibi, artık sanırsam sorumlu hocanın da gözüne çarpmıştım. Bunu nasıl anlamıştım bilmiyordum ama yine de öyle hissediyordum işte. Fakat lanet olsun ki, bu durumda hocaya bile kızamıyordum çünkü empati kurduğumda rahatlıkla kendimin de böyle bir delilik yapabileceğini biliyordum.

Derince bir nefes aldım. Başımı, yaslı olduğu kapıdan usulca kaldırırken kapattığım gözlerimi de aynı sakinlikle açmıştım. Evet, korkulacak bir şey yoktu. Yalnızca biraz fizik. Yalnızca bir saatlik, biraz fizik. Yüzümü kapıya doğru döndüm ve sessiz olmaya özen göstererek kapıyı yavaşça açtım, dersi anlatmaya başlayan hocayı gördüğümde beni görmemesini temenni ederek kalabalık amfide boş bir yer gözüme kestirmeye çalışmıştım. Kapıya yakın bir yerde boşluk gördüğümde, hayalet olmayı beceremediğimden dolayı bana bakan şaşkın gözlere masumane bakışlar atıp hızlı ama sessiz bir şekilde gözüme kestirdiğim yere oturmuştum. Çantamdan gerekli olan şeyleri çıkartıp yere gelişigüzel koyduğumda, kendimi kesinlikle bir korku filminin en gerilirim dolu sahnesinde oynayan bir aktör gibi hissediyordum.

Artık birisi kestik diyebilir miydi?

Çoktan başlayan dersin akışını yakalayamadığımı farkettiğimde kafamı sıraya yaslayıp öğrencileri izlemeye başlamıştım ister istemez. Ah, birinci sınıflar. Ah, ilk senede bu dersi geçebileceğini düşünen, gariban birinci sınıflar. Onlara birisi gerçeği söylemeliydi ama elbetteki o topa girecek kişi ben değildim.
Derse geç girmiştim bu nedenle şu an konuşulan konunun ne olduğu hakkında pek bir bilgiye sahip değildim. Kendi kendime gülen yüz motifleriyle doldurduğum defterime yeni sayfalar ekliyor, amfide oturan insanları süzüyor, saçını fosforlu renklere boyayan kızları gördüğümde gülme isteğini bastırmaya çalışırken, dikkatimi çeken insanlara da bakıp geçiyordum. Bir anda amfide başka kimse yokmuş gibi bu gözüme kestirmiş olduğum çocuğu izlemeye başlamıştım. Kahverengi saçları normal erkeklere göre daha hoş duruyordu, üzerine giydiği oldukça tok duran siyah sweatshirt'ün altından beyaz tişörtünü görebiliyordum.

Sonrasında hemen yüzümü buruşturdum.

Ölmek istiyordum. Erkekler ölmek istememe neden oluyordu.

Boş verdim ve kafamı sıraya yaslayarak gözlerimi kapattım. Yalnızca gözlerimi dinlendirecektim, uyuyamazdım çünkü burası çok soğuktu. Soğukta uyuyamazdım, soğukta nefes bile alamazdım. Gözlerim kapalı bir şekilde sıraya kafamı yasladığımda başımı yanımda kimse olmadığından dolayı yana çevirdim, saçlarımı dağıttım ama çok dikkat çektiğimi anladığımda doğrulup yarı uyur bir pozisyonda dersimi dinlemeye başlamıştım.

Dersin kırk beş dakikalık ilk yarısı neredeyse bittiğinde kusmak istiyordum. Gerçekten midem ağzıma gelmiş gibiydi, sabah kahvaltısını kahveyle geçiştirirken böyle sonuçlar elde edebileceğimi elbet bilmeliydim lakin şu an için bulanan ve acıyan midemi ovuşturmaktan başka çarem yok gibiydi. Garipti ama kişisel bir şekilde psikolojik olarak ağrıyan yeri ovuşturmak bana her zaman için kesin çözüm gibi geliyordu. Elbette ağrı kesici içebilirdim ama bu her şeyi daha kötü kılardı, zaten midem boştu ve oraya bir ilaç yollarsam büyük ihtimalle beyaz ışığı görürdüm.

Hocamız ara vermeden devam ettiğinde çantamdaki çubuk krakerin paketini yavaşça açtım ve içinden bir iki tanesini ağzıma attım. Üzerine termosuma doldurduğum yeşil çaydan içtiğimde artık ilaç içebilirdim. Ama o an kendimi iyi hissettiğim için ilaç içmeyi reddettim.

Birkaç dakika sonra gözleri kapatmış bir pozisyonda neredeyse uyuyacakken, yanımdaki boş bölümde bir ağırlık hissetmiştim. Yanıma birinin oturmasını ve benim uyurken çirkin olduğum gerçeği teker teker zihnime yüklenirken o an bunu umursayamayacak kadar uykum vardı. Hiçbir şey yapmadım, üzerimdeki gözleri hissettiğimde de başka tarafa dönmüştüm.

Artık hiçbir şey umrumda değildi. Umarım herkes ölürdü.

Hocamız bir saatlik dersin bittiğini söylediğinde düşüncelerimin aksine gittikçe fenalaşan midemi tuttum ve gözlerimi sıkıca yumarak buz tutmuş ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Amfinin boşaldığını hissettiğimde kafamı kaldırdım ve yan sıramda bir not kağıdı buldum. Üzerinde 'C' yazıyordu. Notu açtım.

"Derste yüzüme bakamayacak kadar cesaretsiz misin gerçekten? Sözünün eriymişsin :D
-Jeon Jungkook :') "

Bu çocuğun Yeeun'un hoşlandığı çocuk olduğu aklıma gelince kaşlarım iyice çatıldı, belirsizlik dolayısızla midem iyice kasıldı. Aceleyle önümde oturan ve henüz gitmeyen kızın omzuna dokunduğumda bana dönmüştü. Hızla "Yanımda Jeon Jungkook mu oturuyordu?" dediğimde kafasını salladı. "Evet, sen görmedin mi?"

Onu reddettiğimde, "Hangi bölümde okuduğunu biliyor musun? Bir şey unutmuş da, vermem gerek." dedim ve şaşkın bir şekilde zorla gülümsedim. "Yazılım mühendisliği, doğu kampüsü." diyen kıza gülümseyerek teşekkür ettim ve herhangi bir şey söylemedim.

Aklımda birçok soru vardı. Öncelikle, bu not bana mıydı yoksa başkasına vereceği bir notu düşürmüş müydü? Bana olması imkansızdı. Daha önce onunla hiç konuşmamıştık, konuşmayı geç bakışlarımız bile birbirine değmemişti. Bu yüzden bana not bırakamazdı. Ama 'derste' kelimesine ve benim uyuduğuma vurgu yaparsak notun sahibi bas bayağı ben çıkıyordum. Kafam çok karışmıştı. Neden notun üzerine C yazmıştı ki? Adım Chae Young'du ama bunu bildiğini bile düşünmüyordum. Bu yüzden bu gerçeğe çok takılamadım bile.

Ve en en berbat olanı da bu adamın en yakın arkadaşımın uğruna ağladığı adam olmasıydı.
Bu yüzden bu notun bana olduğunu düşünmek bile çok utanç vericiydi. Mantıklı davranmalıydım ama ne yapmalıydım? Derin nefes alıp büyük ihtimalle not bana ait değil diye düşündüm. Bu yüzden sahibine ulaştırması için ona geri götürmeye karar verdim.

Çantamı topladım ve amfiden çıktım. Kafeteryadan bir sandviç alıp kulaklıklarımı takarak okulun öbür ucundaki mühendislik fakültesine doğru yol almaya başlamıştım bile.

0812

paramoreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin