0.7

1.5K 164 35
                                    



Önümde avokadolu salata ve evde sıkıp
-sıkmak için çeşitli badireler atlattığım- suluğuma koyduğum taze portakal suyum vardı. Bölümümün bir köşesinde sırtımı kalorifere dayayarak oturmuş fizik ile cebelleşiyorken, bir taraftan da kendime engel olamayaraktan emekli olmanın hayalini kuruyordum. Hayat çok zordu. Lisedeyken de zordu. Üniversitedeyken de zor. Hayat neden hiç kolay değildi? Yalnızca evimde oturup hamile kedilerle ilgilenmek ve evlilik programlarının her bir çeşidini izlemek, hepsinin hakkında fikir sahibi olmak istiyordum. Ama bu şu an için imkansız gibi geliyordu.

Çatalımı kavrayıp salatadaki avokadolardan alıp mideme gönderdiğimde, önümdeki kağıt çoktan sinirimi altüst etmişti bile. Her ne kadar özenle çıkarılmış notlar olsa bile, bana farklı bir dilin notu gibi geliyordu ve buna engel olamıyordum. Adım kadar emindim ki, hayatım boyunca bu dersi sevmemeyecek ve yapamayacaktım. Başımı oflayarak duvara yasladığımda, karşımdaki saat gözüme çarptığında saatin çoktan dokuzu bulduğunu görmüştüm. Bugün günlerden neydi? Sanırım çarşamba. Tanrım, ofladım. Haftanın bitmesine daha çok vardı çünkü.

Telefonum çaldığında ağlamaklı sesler çıkartarak yanımda ters duran telefonumu aldım ve hayatımda ilk defa kim olduğuna bakmadan aramayı onayladım. "Ne var?" Hattaki kişi güldü. O an o kişinin Jungkook olduğunu anladığımda, rezil olmuştum. "Kibar bir karşılama, ne yazık ki senin kadar kibar olamayacağım." dediğinde derin nefes alarak kendimi düzelttim ve bıkkınlıkla "Neden aradın beni?" dedim.

"Sadece bir şey hakkında konuşmamız gerekiyor? Müsait misin?" Öksürdüğünde dikkatim dağılmıştı. Buruk bir şekilde önümdekilere baktığımda, "Sanırım, belki?" diye kırgınca mırıldanmıştım. "İyi olduğuna emin misin?" diyen sesini duyduğumda, "Fizik çalışıyorum. Sen söyle." demiştim.

"Bölümde misin?"

"Evet."

"Geliyorum."

Bir anda, dünyanın en kısa ve en öz konuşmasına şahit olduğumda kapanan telefonumla ile tuhaf bir bakışma yaşamıştık. Buraya mı geliyordu? Nasıl? Bu sıralar fazla gereksiz yere buluştuğumuzu düşünüyordum. Ama buna bu kadar önem yükleyecek kadar da aptal değildim. Aynı dersi alıyorduk, arkadaştık, aynı yerden vurulduğumuz bir çok nokta olduğunu düşünüyordum. Yaklaşık yarım saat sonra, bölümün bu alanının kapanma saatinin yaklaştığı arifede Jeon Jungkook yanıma gelmişti.

Montunu çıkartırken onu süzebilmiştim. Üzerinde kaslarını saran ipek bir siyah gömlek ve siyah dar pantolonu varken yüzüne ve diyeceği şeylere odaklanmam oldukça zor olmuş gibiydi. Bunu farketmiş olacaktı ki, güldü. Gülüşü ona bakmama neden olduğunda saçlarının da önceki haline göre bir hayli dağınık olduğunu görmemle, kaşlarım çatılmıştı. Hipnoz olmuş gibi "Nereden geliyorsun?" dediğimde elini ensesine attı ve, "Lalisa ve bitmeyen partilerinden." diyip yanıma oturdu.

"Daha önce bu kadar yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim." diye mırıldandığımda yüzünde oluşan tebessüme takılı kalmıştım. "Her neyse," dedim kendimi düzelterek. "Benimle ne konuşacaktın?" Öksürdü, sanırım hastaydı. Böyle giyinirse tabi hasta olur diye düşündüm ama bir şey söylemedim. "Arkadaşların hakkında, farkettiysen onlara hala gerekli bir ceza vermedik." Kaşlarım çatıldığında, duraksar gibi olmuştum. Bana onları hatırlatması beni üzerken, "Ne yapacaksın ki?" demeyi de ihmal etmemiştim.

Kaşları çatıldı. "Hakettiklerini vereceğim. Bana aklındaki şeyleri anlatabilir misin?"

"Sana ne anlatmamı istiyorsun ki?"

paramoreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin