"Açıklayamam ama, sanki Tanrı seni hayatımı kurtarmak için bana yollamış gibi."
❧
Neredeyse gece yarısı olacaktı, hava oldukça karanlıktı ve tüm şehri ele geçirmiş olan sağanak yağmur, tüm hızıyla dur durak bilmeden devam ediyordu.
Elimde kesin bir sayısal değer yoktu ancak tahmini olarak öğlen on bir civarında dersim bittikten sonra Jungkook'un evine gelmiştim ve kahvaltı yapmıştık. Onun bugün dersi olmadığından dolayı bir çift olarak beraber geçirebileceğimiz koskocaman bir gün vardı ve bunu sonuna kadar değerlendirip geriye dönüp baktığımızda yalnızca tebessüm ederek anacağımız dakikalar geçirmek bizi hiç zorlamamıştı. Günün sonunda, böylesine melankolik dakikalarda onunla beraber olmayı ve kahvelerimizi yudumlarken bir şeyler hakkında konuşmayı çok istesem bile, neredeyse iki saat önce kendisi bölüm dekanı tarafından bir proje için okula çağrılmıştı. Bu nedenle bu huzurlu vakitleri tek başıma, onu camda keskin bir sıkıntıyla beklemekten başka bir çarem yoktu şimdisi için.
Her bir saniye aldığım sıkıntı dolu nefeslerle kendimi koltuğa attığımda, kesilen hattan dolayı karşı tarafa ulaşamayan mesajları telefonumun ekranından kontrol edip duruyordum ve açık konuşmak gerekirse bu konu hakkında bir hayli endişeliydim. Arabasını yanına almış olsa bile yerler çok ıslaktı ve bir yerlerde bir kaza olduysa eve gece yarısından sonra gelmesi daha da olasıydı. Emin olduğum tek bir şey vardı ki, o da böyle bir geceyi onsuz geçirmek istemediğimdi. Uyumak istemiyordum. O gelmeden yatağa girme fikri bile üşümeme neden oluyordu. Kendimi sakinleştirebileceğim düşüncelerin her birinde o vardı ve ben bunları düşledikçe şu karanlık ve yağmurlu havada içimde zaten koca bir yumak haline gelmiş olan korkum daha da katlanıyordu. Bir defa daha derin bir nefes verip giymiş olduğum siyah taytı, bacaklarımı kendime çekerek kapüşonlumun içine soktuğumda kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağadan farkım yoktu.
Evet, tavşanını bekleyen bir kaplumbağa olduğumu söylemek tabi ki yanlış sayılmazdı.
Ya da kim kimi bekliyordu emin değildim.
Bıkkın bir surat ifadesiyle evde ses olsun diye açtığım televizyonda kanalları gezerken dikkatimi çeken tek bir içerik bile bulamadığımdan dolayı en sonunda klasik olarak bir belgeselde durduğumda, bir yılan ve bir aslanın doğal savaşını izlemeye başlamıştım.
Yılan, aslanı yiyebilir mi acaba? Sorusu zihnimin her köşesinde yankılandığında yüzümü buruşturarak ofladım ve televizyonu memnuniyetsizlik içinde izlemeye devam ettim. Her iki hayvanın da vermiş olduğu hayatta kalma mücadelesi beni gram içine çekmezken başımı koltuğun kenarına koyarak oldukça minik bir alan kapladığım bu yerde gözlerimi kapatmış bir şekilde duruyordum. Uyumuyordum ama çok sıkılmıştım. Yapacak hiçbir şey yoktu ve böyle geçen dakikaların ne kadar süreceği hakkında da bir bilgiye sahip değildim. Yalnızca sevgilimi istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paramore
FanfictionBir dokunuşunla altüst etmiştin kalbimi. [Jeon Jungkook x Rosé] ©2021 6 Aralık🌪