1.0

1.5K 170 55
                                    


"Uyuyamamış gözüküyorsun. İyi olduğunu sanmıyorum." diyen Lisa'ya usulca bir bakış attığımda, kaşlarını çatmıştı. Sabah ben kütüphanede ağlarken beni aramış ve hemen onların fakültesine gelmemi söylemişti. Onu ilk başta reddetmeme rağmen çok sıkıldığını ve bir kahveden göz çıkmayacağını söyleyince, onu kıramamış ve yanına gitmiştim. Kış dönemi sınavlarımız yaklaşıyordu ve ben de haliyle nefes bile almadan çalışıyordum, bütün gece boyunca toplasanız yarım saat zor uyuduğumu düşünüyordum ve bunu düşünebilecek kadar mantığımın kalmış olması ile beni mutlu ediyordu. Böylesine gergin ve beynimin serotoninden yoksun olduğu bir dilimde gerçekten tüm bunları yapıyor olabilmek -ki bahsedilen tüm bunlar yalnızca bir bardak kahveydi- bile lüks geliyordu.

Seslice ofladım. "Yalnızca on dakika şurada uyusam, gerçekten Tanrı'dan başka bir şey istemiyorum. Bir de kampanya olarak canımı alsa yeter." Başımı masaya yaslayıp çınlayan kulaklarımı kapattığımda Lisa'nın sesini boğuk bir şekilde duymuştum. "Bu kadar kasmana gerek yok. Elbette anlıyorum seni dersler önemli ama, sınav takvimi verileli daha iki gün oldu ve neredeyse bir ay sonra başlıyorlar. Biraz eğlenmeli ve o yoğun tempoya birikim yapmalısın!" Haklı olabilirdi. Ama ben buydum işte, gerginliğimin o an her şeyi ele geçirmesine izin verirdim. Çünkü mükemmeliyetçi biriydim, bu lisede de böyleydi. En iyisi olmadığı sürece, hiçbir şey olmamış gibiydi.
"Anlıyorum ama," Benim lafımı böldü. "Şşh! Kahveni iç ve biraz gülmeye çalış. Hatta mümkünse evine git ve vur kafayı uyu. Sana iyi gelen şeyler yapmalısın."

Memnuniyetsizce hala sıcak olan karton bardaktaki kahvemden birkaç yudum daha aldım ve sonunu getirdim. "Boş ver beni. Senin günlerin nasıl geçiyor?" Havada eksilerin uçuştuğu konudan ayrıldığımızda Lisa gülümsedi. "Az kalsın unutuyordum..." Devam etti. "Biliyor musun? Doğum günüm yaklaşıyor. Genelde doğum günümü ihtişamlı partilerle kutlamam. Büyükannemden kalan bir dağ evimiz var, orada çok yakınlarımla geçiririm. Birkaç gün orada kalır ve döneriz. Bu yıl seninle de kutlamak istiyorum. Lütfen beni kırma." Gözlerimi ovuşturdum. Ona doğum gününün ne zaman olduğunu sorduğumda, bir hafta kadar kısa bir süre kaldığını söyleyince oldukça şaşırmıştım. "Emin değilim Lisa, hem de sınav dönemindeyken-"

"Chae Young! Lütfen! Önceden de partime gelmemiştin, hatırlatırım. İkisi aynı şey değil ama neyse... Evet, değil... Hatta bu ondan kat kat önemli! Geliyorsun, itiraz istemiyorum." Gözlerimi bu çocuksu ısrarına karşı devirdim ve başımı sallayıp, "Tamam, geleceğim." dedim. Hemen sevindi ve kocaman gülümsedi.
"Dersin ne zaman başlıyor?" Konuyu bir anda değiştirdiğimde telefonundan saatine baktı. "Neredeyse yarım saat sonra, ne oldu ki?" Dudaklarımı büzdüm. "Ben uyusam, bir şey olur mu? Çünkü gerçekten ölecek gibi hissediyorum." Mahçup bir şekilde konuştuğumda bana güldü ve onayladı. Ben tam kafamı masaya koyup gözlerimi kapatmıştım ve kendimi uykuya hazırlıyordum ki, neredeyse on dakika sonra tam uykuya dalacakken Lisa'nın sinirli sesini duydum.

"Jeon Jungkook! Sen neden buradasın? Tanrı aşkına zaten hastasın bir de okula gelmişsin, ölmek mi istiyorsun?" Lisa'nın doğrulduğunu hissettiğimde kalkmadım. Jungkook konuştu. Sessizdi. "Uyuyor mu?" Lisa'yı görmesem bile göz devirdiğini hissediyordum çünkü Jungkook konuyu aniden değiştirmişti. Yanımda bir ağırlık kendini gösterdiğinde Jungkook'un yanıma oturduğunu anlamıştım. Sonra da Lisa oflamış ve oturmuştu sanırsam. "Abartıyorsun Lisa. Yalnızca basit bir gripti ve neredeyse üç gün oldu. Evde sıkıldım." O güzelim evde nasıl sıkılabiliyordu ki? Bir anda saçlarımda dolandığını hissettiğim eller bedenimin kasılmasını sağlamıştı. Bu Jungkook'un elleri miydi ve şu an saçlarımla mı oynuyordu?

Lalisa ofladı ve biraz daha mızmızlandı. En sonunda da, "Her neyse, benim dersim yaklaşıyor. Sen buradasın değil mi? Chae Young'un yanında dur. Tüm gece uyumamış, onu rahatsız etme de biraz uyusun." demişti. Jungkook onu nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde onayladığında, Lisa dakikalar içerisinde  gitmişti. Saçlarımda bir boşluk hissettim, ellerini çekmiş miydi? Neden ki? Yorgun bir sesle kafamı kaldırdım.

Bu beni rahatlatıyordu, bana bu kötülüğü yapmamalıydı.

"Bana bu kötülüğü yapmamalıydın."

Çok ani olduğu ve uyuduğumu düşündüğü için yüz ifadesi şaşkındı. "Saçlarımla oynamaya devam et. Daha rahat oluyor." Bir anda gülümsedi. "Pekala... Ama öncesinde, atkını yatak odamda unutmuşsun, takmak ister misin?" dediğinde elindeki gri atkıya baktım bir süre. Kaşlarım çatık bir şekilde, "Hayır istemiyorum, senin olsun." diye mırıldandığında gülümsemesi büyüdü ama kabul etmedi. "Chae Young, ben iyileştim. Artık bunlara gerçekten gerek yok." Omzumu silkip atkıyı elinden aldım ve biraz yaklaşarak ikiye katlayıp başının arkasından onun boynuna doladım. Aramızdaki mesafe bir hayli azdı. Kollarım boynundaydı ve atkısını önden düzeltirken, "Kendini soğuktan iyi korumalısın." diye söyleniyordum.

"Pekala, sen nasıl istersen..." dedi önüme dökülen kahverengi saçlarıma yeniden dokunarak. Gülümsedim. "Lisa'nın doğum gününe geleceksin, değil mi?" Başını sallayıp onayladı beni. "Ona ne alabilirim? Bana bir fikir verebilir misin?" Dudaklarını birbirine bastırıp düşündü. "Bilemedim ki, doğum günü hediyelerini başlı başına çok saçma bulurum ben." Gözlerimi devirdim. "Ama ona illa bir şey alacaksın, değil mi?"

"Evet ama biz genelde bir mağazaya gider ve onun istediği her şeyi alırız. Bu yüzden biraz kafam karışık. Bence bir şey alma, yeterince hediyesi oluyor." Oflayarak kafamı masaya yasladım ve, "Bak, gerçekten herkesin benim gibi olduğunu bilsem tüm arkadaşlarıma doğum gününde dünyanın en değerli hediyesi olarak kocaman bir kar küresi alırdım. Gerçekten. Empati kurduğumda bana en alınası şey bu gibi geliyor. Ne saçma değil mi?" dedim. Kafasını iki yana salladı. "Güzel bir ürün bu yüzden saçma değil. Ama nedense senin için bir hikayesinin var olduğunu hissediyorum." dediği şeye karşı burukça gülümsedim. "Bu iyi bir hikaye değil. Aslında çok güzel ama bir o kadar da değil. O küreleri basit bir cam parçası olarak görmek artık gerçekten zormuş!"

"Eski sevgilinle mi ilgili?"

Duraksadım. "Hayır, alakası bile yok."

Dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Sanırım toxic bir ilişkiydi." Bir anda söylediği şey beni şaşırtmış ve o günlere dönmemi sağlamıştı. Konu nasıl buraya gelmişti ki? Gerçekten hoş değildi. O zamanlardaki Chae Young'a gerçekten acıyordum. Böyle bir insana o kadar süre nasıl dayanabilmişti ki? "Sanırım o piç yüzünden bir daha sevgilim olamayacak." diye tüm olay kendimce özetlendiğinde kaşları çatıldı. "Neden?" Omuz silktim. "Öyle işte. Önyargılarını kolay kolay kırabilen bir insan değilim. Bir daha birine nasıl güveneceğim onu merak ediyorum."

"Karşına biri çıkacaktır, illaki."

"Neden öyle diyorsun ki?" dedim buruk bir şekilde. "Herkes eşiyle ölmüyor. Aşk Tanrı'nın bir lütfu. Ve ne yazık ki, bana uğramıyor."

"Bu kadar karamsar olmamalısın."Bir şeyler diyecekti ama sustu. "Şimdi uyu, daha mantıklı bir insan olman için uykuya ihtiyacın var sanırım." Pek istemesem de, onu onayladım ve yeniden masaya yatıp gözlerimi kapattım. Elleri hala saçlarımdaydı.

Dışarıdan nasıl duruyordu bilmiyordum ama içerden bakınca da durumun karışıklık açısından bir farkı yoktu. Aslında belki tam zıttıydı çünkü ilahi bakış açısı bana yalnızca uyumaya çalışan bir kız ve onun saçlarını okşayan bir erkeğin varlığından bahsediyordu. Ne kadar basit, öyle değil mi? Lakin gerçekte bu şekilde hissetmiyordum, yalnızca çok yorgundum ve günlerce uyusam bile yeterli olmayacakmış gibi geliyordu.

Böyle bir anda bir daha bulunamayacağımı biliyordum, yalnızca hiçbir şeyi kafama takmadan bir anda rahatladım ve yanı başımda duran bu adamın bana hissettirdiği güven duygusuyla, sanırım bir tahta parçasında geçirilebilecek en rahat zamanları geçirdim.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
paramoreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin