Yılbaşından birkaç gün önceJungkook ile neredeyse bir haftadır konuşmuyorduk. Kafayı ciddi anlamda yememe ramak kalmışken, sorunun nerede olduğunu anlamakta da oldukça zorlanıyordum. Geçtiğimiz birkaç gündü hatalı taraf kimdi sorusu kafamı bulandırırken, şimdisi için bu durumda hatalı bir taraf olduğunu düşünemiyordum çünkü herkes kendi açısından haklıydı. Ama böyle geçen birkaç günün sonuna geldiğimde, bu haklı-haksız kıyasını bir kenara bırakıp sevgilimi ne denli özlediğim hakkında düşünmeye başlamıştım. Onu o kadar çok özlemiştim ve ona o kadar çok alışmıştım ki, geceleri ister istemez yatağımın bir kenarında onu arıyordum artık. Ve bu, korkunçtu.
Ama asıl korkunç olan şey ise, onun benim gitmemin düşüncesinden bile bu kadar korkması ve benim şu an onun yanında olamamamdı.
Berbat hissediyordum. Onun için her şeyi yapabilirdim ama son zamanlarda, onunla aynı ortama girmeye bile deli gibi çekiniyordum. Bu durumu Lisa farketmiş olacaktı ki, önce benim ağzımı aramış ve olanları tüm detayıyla öğrenmiş, sonra da yılbaşı bahanesiyle bugün bizi doğum gününü kutladığımız dağ evinde toplayacağını söylemişti. Ona minnettardım ancak bir o kadar da gergindim. Her ne kadar Jungkook'u çok sevsem de, şu an için ona karşı bir adım atmakta çok zorlanıyordum. Bana verebileceği tepki, söyleyeceği herhangi bir cümle beni öylesine tedirgin ediyordu ki bunun sonucunda doğabilecek şeyleri bu çizelgeye katmıyordum bile.
Ama Lisa'ya göre bu kadar korkmama gerek yoktu çünkü dediğine göre, Jungkook beni gördüğü anda bir anda özleminden pişmeye hazır mayalanmış bir hamur gibi yumuşayacakmış. Aslında sevgilimi tanımasam buna cidden inanabilirdim ama, her neyse.
"Ne düşünüyorsun? Jungkook'u mu? Onu nasıl öpeceğini mi yoksa? İsterseniz akşam bir yerlere gidebiliriz? Nedenini anlarsın işte."
Derin bir nefes alarak bunları söyleyen Lisa'ya döndüğümde, yüzümdeki donuk bakışlar birçok şeyi açıklamış olacaktır ki Lisa'nın yüzündeki gülüş bir anda soldu. Yanıma geldi ve yatağa oturdu. "Hadi Chae Young, bu kadar gerilme. Böyle basit bir şey için yılbaşı arifesini küs geçiremezsiniz." Basit bir şey olduğunun farkındaydım elbette lakin bazen birçok şeyi bilmemize rağmen pek bir şey yapabilme yetkisine sahip olmuyorduk. Bunu Lisa'da biliyordu. Yutkunarak zorla gülümsedim. "Teşekkür ederim Lisa, desteğin için."
Omzunu silkti. "Önemli değil— Neyse ya, ne giyeceksin sen? Yılbaşı temalı kazaklarım var, birini sana verebilirim." Böyle şeyleri sevmediğimden dolayı kafamı iki yana sallayıp onu reddettiğimde, bana dil çıkartıp kapıdan çıkmış ve aşağıya doğru inmişti.
Bir süre daha odada oyalanıp annemle konuştuğumda, kendimi biraz daha rahatlamış hissediyordum. Odadan çıkıp aşağıya inerken, Jungkook ile konuşacağımız anların sonunda barışa ulaşacağımız anları düşlemekten başka bir şey yapamıyordum. Sanırım bunu bir an önce yapmam gerekiyordu, en azından rahat bir yılbaşı geçirmek istiyorsam yapmak zorundaydım. Merdivenlerin sonuna ulaştığımda Lalisa ve diğer kızlar salonda kurulmuş bir şeylerle uğraşıyorlardı. Beni gördüler. "Selam Chaeng!" Jennie gülümseyerek selam verdiğinde, zorla da olsa gülümsemeyi unutmamıştım. Lalisa bir anda konunun içine girdi. "Çocuklar burada değil, birkaç saate gelirlermiş. Şehire inmişler ağaç süsü almak için. O zamana kadar kız kıza takılabiliriz."
Onu onaylayıp yanlarına otururken Jisoo, "Jungkook'la küstüğünüz çok belli oluyor. İkinizin de yüzünden düşen bin parça." dedi. Sonra bana döndü. "Geçen gün evine gitmiştim, halini bir görseydin. Cidden iyi gözükmüyordu. Korkunçtu." Derin nefes aldıktan sonra konuştum. "Ben de böyle olmasını istemezdim ama olayı aşırı derecede abartan oydu." dediğim şeyden sonra Jennie beni onayladı. "Seni kaybetmekten çok korkuyor. Sana cidden aşık, birbirimizi liseden beri tanıyoruz ve ilk defa hayatına bir kadın girdi Chae Young. Her ne kadar cidden hak vermesem de, empati kurduğumda anlayabiliyorum onu."
Kaşlarım çatıldı. "İlk defa mı?"
Lalisa kafasını salladı. "Sen bilmiyor muydun? Her ne kadar çok yakışıklı olsa bile, şimdiye kadar bir cevap verdiği ilk kişi sensin. Başka kimse yoktu."
"Bu çocuk kendinin mi farkında değil yoksa gerizekalı mı?" diye mırıldanırken Jisoo, "Sevgilini tanımıyor musun sen? Tabii ki gerizekalı." demişti. Ona güldüğümde akşam için film seçmeye başlamıştık. İzleyeceğimiz filme karar verip bir şeyler içmeye başladığımızda açılan kapı ile gerginlik katsayım bir anda tavan yapmıştı. Bunu hisseden Jennie bana doğru uzandı. "Bu kadar gerilme, sadece konuşun." Sessizce söylediği şeyler zihnimde yankılanırken, az önce yudumladığım içeceğin midemden yukarılara doğru tırmandığını hissettiğim anda kesinlikle bu durumun psikolojik olarak beni ne denli yaraladığını anlamıştım.
Huh.
Sakin olmalıydım.
Oturduğum koltuktan kalkıp diğerleriyle selamlaştığımda, bakışlarımı Jungkook'a değdirmeye bile öyle korkuyordum ki, bu korkunun nedenini bulamayacak kadar aptallaşmıştım. Saat yedi olmuştu ve hava çoktan kararmıştı. Birazdan bir şeyler yiyecek ve film izleyecektik, belki diğerleri film izlerken onunla konuşabilirdik diye düşünüyordum ki, günlerdir hasret kaldığım sesi duymuştum.
"Ben duşa gireceğim, yemek yemeyeceğim tokum zaten. Siz filme başlarsınız." Omuzlarım hayal kırıklığı ile düşerken yutkunup derince nefes almıştım.Jimin, Jungkook'un gittiğinden tamamen emin olduğunda bana doğru sessizce konuştu. "Siz hala barışmadınız mı?" Ona verecek bir cevabım olmadığından -aslında olduğundan ama bu konu hakkında konuşmak istemediğimden dolayı- sustuğumda Jisoo, "Bugün konuşacaklar." demişti. Jimin beni onayladığında masaya oturmuştuk ama neredeyse hiçbir şey yiyememiştim. En fenası da şuydu ki, bizim yarattığımız negatiflik tüm insanlara yayılıyordu ve bu cidden hoş değildi. Sonuçta yılbaşındaydık ve herkesin doya doya eğlenmesi gerekiyordu.
Yemekten kalkıp film izlemek için salona geçtiğimizde, Jungkook hala gelmemişti. Kendimi oldukça rahatsız hissederken tuvalete gitmek istiyordum ama onunla karşılaşma olasılığımızın olması bile beni geriyordu. Işıkları kapatıp filme başladığımızda, çoktan yarım saat geçmişti ama Jungkook hala yoktu. Ben de sıkıldığım için tuvalet bahanesi ile sessizce aralarından sıyrılıp üst kata çıkmaya başladığımda karanlıktan dolayı neredeyse hiçbir şey göremiyordum. Duvarlara tutuna tutuna merdivenleri atlattığımda, bir anda çarptığım beden ile korku dolu bir çığlığın iki dudağımın arasından çıkmasına engel olamamıştım. Neredeyse bir adım gerimde olan merdivene doğru düşecektim ki, belimi kavrayan tanıdık eller sayesinde yüzümün yaslandığı göğüs ve burnuma doluşan hasret kaldığım koku ile kendime zar zor geldiğimde, bu yoğun kokunun sahibinin Jungkook olduğunu anlamam hiç zor olmamıştı.
Her ne kadar karanlık olsa bile, belirgin yüz hatları kendini hissettirirken bana şaşkınca, "İyi misin?" diye sormuştu. Belimde artık ellerini hissedemediğimde kafamı salladım. Bir hareketliyle üst kattaki bir iki lambayı açtığında, yutkunup kaşlarını kaldırdı ve içimi donduran buz gibi sesiyle, "Dikkatli ol." dedi. Ve gitti.
Ama gidişinin beni ne denli parçaladığından haberi yoktu. Dokunuşu, ses tonu ve kokusu o şu an burada olmasa bile kendini hissettirirken, kalbimin ne kadar hızlı attığını açıklayamazdım bile. O an birçok duyguyu aynı anda yaşıyordum. Bana dokunuşunun verdiği mutluluk, gidişinin verdiği kırgınlık ve daha nicesi. Biz birbirimizden kaçıyorduk ve farketmiştim ki, insan kaçtığı şeyden asla kurtulamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paramore
FanfictionBir dokunuşunla altüst etmiştin kalbimi. [Jeon Jungkook x Rosé] ©2021 6 Aralık🌪