Bitmiş sandviçimin paketini gördüğüm ilk çöpe fırlatırken kendimi daha önce hiç konuşmadığım biriyle, alakamın olmadığı bir konuyla ilgili konuşacağım için oldukça gergin hissediyordum. Fakültenin içine girerken konuya nasıl başlayacağımı bilemiyor, konuya başlasam bile onun vereceği tepkinin ne kadar olumlu olacağını merak ediyordum. Ah, bunları düşünmek için erkendi çünkü iki yüz kişilik fakültede bu çocuğu nasıl bulacaktım ki?
Özellikle de yüzünü bile görmediğim bir çocuğu, bu kadar popüler birine nasıl bu kadar uzak kalabilirdim bilmiyordum.Fakültenin tasarımı oldukça hoşuma giderken otomattan bir kahve aldım ve bulduğum ilk yere oturarak dört-beş aydır girmediğim instagram uygulamasına girdim. Bu kadar popülerse illaki bir hesabı vardır diye düşünerek adını arattığımda gördüğüm şey beni hüsrana uğratmıştı. Hesabı vardı, evet. Ama yalnızca otuz bir takipçisi vardi ve haliyle gizliydi. Yani fotoğraflarını göremiyordum.
Harika. Her zamanki gibi şans kavramının en derinine kadar ulaştığımda telefonumu kapatarak kahvemi bitirdim ve etrafta koşuşturan insanları izlemeye başladım. Öğrencilerin mimarlık bölümüne göre çoğunun gözlüklü ve daha zeki görünümlü olması dikkatimi çekmişken yüzümü ekşitmiştim. Buraya gelmiştim ama Jeon Jungkook'u bulup düşürdüğü kağıdı vermek için hiçbir adım atmıyordum. Sanırım bunun için fazla yorgun ve üşengeçtim.
Belki de başıma bir şey geleceğinden çok emindim. Emin değildim.
Sıkıntılı bir nefes verdiğim anda tam önümde yürüyen tanıdık olmayan bir kız yere düştüğünde beynime 'Hayır, gülme' sinyalleri verirken kucağımdaki çantamı hemen yanıma koyup kızın yanına giderken hala gülmemi tutmaya çalışıyordum. Kızın yanına eğildim ve, "İyi misin?" dediğimde bir anda gülmeye başlamıştı, ben de bu durumda kendimi tutamadım ve onunla beraber gülmeye başladım. "İyiyim, teşekkür ederim. Amanın! Ne fena düştüm ama. Birisi görmüş müdür acaba?" diye gülerek konuştuğunda, "Emin değilim." dedim ve elimi uzatıp ayağa kalktım. Elimi tuttuğunda onu da kaldırmış sayılırdım.
Hazır ellerimiz bitişikken kocaman gülümsedi ve, "Ben Lisa. Seni daha önce bölümde hiç görmemiştim. Yeni misin?" diyip ellerimizi hareketlendirmişti. Elimi geri çektiğimde kafamı iki yana sallayıp "Aslında ben birine bakmıştım. Ama daha önce hiç görmediğim biri olduğu için yapacak hiçbir şey bulamıyordum. Zaten gitmek de istemiyorum ama, zorundayım sanırım." diye keyifsizce konuştum. Bana karşı kaşları kalktı. "Sakin ol şampiyon." diyerek oturduğunda eski yerime oturdum. "Kimi arıyorsun ki? Hem tanımadığın birini niye arıyorsun?"
"Jeon Jungkook'u arıyorum. Derste yan yana oturuyorduk ama bir şey unutmuş. Ona vermem ve bir şey sormam lazım." dediğimde Lisa kocaman gülümsedi. "Kendisi çok yakın arkadaşım olur! Şanslı günündesin... Hey! Adını söylemeyi unuttun!"
Kahkaha attım. "Adım Chae Young." dediğimde bir anda kaşlarını çattı ve gözlerini kıstı. "Gece üç civarlarında, ne yapıyordun?" Sorusuna şaşırdım ve, "Sanırım ellinci rüyamı görüyordum. Ama sence de biraz saçma bir soru değil mi?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Nasıl yani?" dediğinde merakım iyice artmıştı.
"O zaman, yalan mı söyledi yoksa sen mi yalan söyledin?" Kaşları çatık bir şekilde kendi kendine konuştuğunda gerçekten ne olduğundan hiçbir şey anlamayarak "Sana neden yalan söyleyeyim? Anlamadım hiçbir şey?" dedim bir hışımla."Neyse," dedi gülümseyerek. "Seni Jungkook'un yanına götüreyim o zaman. Konuşursunuz." Neden bahsettiğini anlamamıştım ama ona kafamı sallayarak krem rengi kanken'imi aldım ve beraber yürümeye başladık. Bana fakültedeki bazı yerleri tanıtırken aklıma lise zamanlarında mühendislik okumak istediğim gelmişti. Sonra puanım yetmediği için mimarlığa gelmeyi tercih etmiştim.
Hayatım hep böyleydi. Her zaman ikinci planda yaşardım.
"Ah orada!" Dolabından kitaplarını alan çocuğu bana gösterdiğinde o tarafa dönmüştüm ister istemez. Kendisini tam göremiyordum. "Ne demeliyim ki şimdi?" Gergin bir tonda konuştuğumda ne kadar aç olduğum aklıma gelmiş, daha da gerilmiştim. Az önce yediğim sandviçin beni tatmin etmesi gerekmez miydi? Tanrı aşkına, neyden bahsediyordum ben?
"Dersim var, Chae Young. O da uçar birazdan hiç bulamazsın. Unutmadan, bana numaranı versene." dediğinde gergince gülümseyerek çıkarttığı telefona numaramı yazmıştım. Hemen beni kaydetti ve amfisine doğru uçup gitti. Ben de o ortadan kaybolunca Jeon Jungkook'un yanına ne diyeceğimi bilemeyerek yavaş adımlarla gitmiştim. Açık olan dolabının kapağının arkasında durduğumda artık aramızda aramızda yalnızca beyaz demir kapak vardı. Hadi ama Chae! Ne diyebilirsin ki!
Bir hışımla dolap kapağını kapattığında minik çaplı bir çığlık ile geriye adımlamıştım. "Yavaş olsana!" Kelimeleri ağzımdan istemsizce kaçarken bana bakan boş bakışlarla karşılaşmam da bir olmuştu.
"Seni ilgilendirmez." diyip arkasına döndüğünde yürümeye başlamıştı ki onu elinden yakalayıp. "Hayır." demiştim. Bana döndüğünde konuştum. "Fizik dersinde, yanımda oturan sendin değil mi? Uyuduğum için göremedim ama önümdeki kız sen olduğunu söyledi. Notunu düşürmüşsün." dedim ve arka cebime koyduğum kağıdı çıkartıp ona uzattım. Saçlarını karıştırarak, "Daha eğlenceye yeni başlamamış mıydık Chae Young? Ne bu acele?" demişti gülerek. Kaşlarımı çattım ve kafamı yana yatırdım. "Neden bahsediyorsun sen?"
"Gayet iyi biliyorsun. Bana saçma sapan şeyler saydırıp bu kadar hızlı kurtulabileceğini düşünmemiştin değil mi? Bir karşılığı olmalıydı."
"Ne anlatıyorsun sen ya? Hiçbir şey anlamıyorum. Karıştırmış olabilme ihtimalin?" Ne olduğunu anlamadığım için sesime bunu yansıtmaktan çekinmiyordum. Şaşkınlık dolu her cümleme verdiği keskin yanıtlar dumura uğramama neden oluyorken, "Gecenin üçünde ne yapıyordun?" demişti. Lisa'nın sorusunun aynısı olması nedeniyle, "Hadi ama, neden herkes bunu soruyor? Ellinci rüyamı görüyordum aptal! Çok merak ediyorsan." diyerek bir anda çıkışmıştım ona.
Gözlerini devirip yandan sırıtarak güldü ve cebindeki telefonunu çıkartıp bir şeyler açıp bana uzattı. Ekrandaki mesajları gördüğüm anda gözlerim fal taşı gibi açılmış, aptala dönmüştüm. Mesajlar genelde hakaret içeriyordu ve en sonunda da benim adım veriliyordu. "Siktir." diyip ona baktım hızlıca ve inkar mekanizmam hızlıca çalıştığında konuşmuştum. "Bunları yazan ben değilim. Yemin ederim. Telefonumu verebilirim, kontrol edebilirsin? Ama gerçekten ben yazmadım."
"Mesajları silmediğini nereden bileyim?"
"Yazılım mühendisliği okuyormuşsun, IP adresi diye bir şeyin varlığını ve sosyal medyada hiçbir şeyin tam olarak silinmediğini sana hatırlatmama gerek var mı? Çünkü bunu da ben hatırlatıyorsam sınıfta kalman yakındır." diye çıkıştığımda güldü.
"Pekala. Adresleri kontrol edeceğim tatlı kız." dedi beni süzüp. "Ama altından sen çıkarsan, adına hiç hoş şeyler olmaz."
"Benimle düzgün konuş. Bana tatlı kız diyemezsin. Ben senin bir şeyin değilim." Sert tonuma karşı ciddiyetsiz tavrını korumuştu. "Hera'nın* özelliklerini en çok sen almışsın tamam, anladım. Artık daha sevecen olabilirsin?"
"Siktir git, önce beni suçlayıp sonra bana böyle davranamazsın."
Ellerini iki tarafa kaldırarak 'ben suçsuzum' hareketi yaptı. "Pekala, lütfen beni öldürme. İzin ver de son dersime gideyim tatlı kız, sonra seninle olan işimi halledeceğim."
Ona boş boş bakarken midemin ağzıma gelmesine engel olamamıştım. Bir şey demedim ve arkama dönüp fakülte çıkışına yürümeye başladığımda o aptalın da bana sırıtarak baktığını görmüştüm.
1012
*Yunan Mitolojisinde Hera'nın kişilik özellikleri huysuz, kavgacı, bencil ve sinirli olarak bahsedilir ve yeryüzündeki her kadının bu özellikleri aldığı söylenir. Jungkook'da diyalog içinde buna gönderme yaptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paramore
FanfictionBir dokunuşunla altüst etmiştin kalbimi. [Jeon Jungkook x Rosé] ©2021 6 Aralık🌪