Kapıya dört kez vurdu. Ben geldim, aç kapıyı. Metalin serinliğini kurumuş güllerin pembeliğindeki parmaklarında hissetti. Dün geceyi hapsetmiş güz yağmurunun delicesine çarpışlarını tahmin edebiliyordu.
Elini sildiği bezden farkı olmayan suratıyla kapıda beliren adamı görmenin hoşuna gittiği de söylenemezdi. Fakat ona ihtiyacı vardı. Genç olanı görmesiyle korkudan biraz da ekşiyen suratıyla ve uykudan sıyrılmışlığın mayhoş havasıyla iyice sevimsizleşmişti. Acaba ne istiyordu genç olan?
"Gittiğini gördüm. Sana bir şey dedi mi?"
Kömür karası kaşlarının altında birer elmas misali parıldayan siyahları cayır cayırdı. Tüm o serinliğe Tanrı eliyle dağıtılmış yumuşak bir sıcaklıktı sanki. Onu tanımasanız böyle diyebilirdiniz. Ancak otel sahibinin gördüğü tek şey tehlikeydi. Genç olan çok tehlikeliydi. Otel sahibinin hayatını sönmek bilmez yangınlara sürüklemişti.
Bütün bu ani kapı çalışlara, sert sözlere ve eline bulaşan görünmez kanlara; yemek yemek, su içmek, uyumak kadar alışması gereken yaşlı adam bir türlü beceremiyordu. Hiç dokunmadığı insanların kanını, kıyafetlerinden, ellerinden, en çok da gözlerinin önünden silemiyordu.
Dili boğazında şişmiş gibiydi. Konuşmak zordu gence karşı.
"Evet, gitti. Seul'a dönecekmiş. Şimdilik odasını kapatabileceğimi söyledi."
Kyungsoo birkaç gündür tuttuğu nefesini ciğerlerini patlamaktan son anda kurtarırcasına derince bıraktı. Dedektifin gelişi hiç iyi olmamıştı. Çok ani yakalanmış, hazırlanamamıştı.
Ayrıca kardeşinin karnı giderek acıkıyordu.
Otelcinin buyur etmesini beklemeden içeri girdi. Burası otelin başka bir girişiydi. Yıllar evvel inşa edilirken Kyungsoo'nun kurbanlarını tahmin etmişlerdi sanki. Dolambaçlı odalar, gizli kapılar, yalnızca otelcinin (ve artık genç olanın da) bildiği büyük bodrum katı. Hepsi bir labirentin öngörülemez kıvrımlarını içeriyordu. Yalnızca sonu kesindi. Tüm o kaybolan yaşlıların bulunduğu büyük bodrum. Buraya gelebildiyseniz tebrikler, sırrı çözdünüz demektir.
Ayaklarındaki çizmeler bugün yoktu. Düz tabanlı bir spor ayakkabı giymişti. Yere sert basmamaya özen gösteriyordu. Ardında kanıt bırakamazdı.
Cebinden eldivenlerini çıkardı. Bugün yağmurluğunu giyiş sebebi; gökten damlayanlardan değil, yerde yatanlardan akacak kırmızılardı.
Giriştiği işi yapmaya çok hevesli değildi. Otelci, gençteki değişimin farkındaydı. Yaşına göre çok cesurdu. Dikkatliydi. Neyi, nerede, ne zaman yapacağını bilirdi, telaşa girmezdi, kuşlar kadar hafif, bir anne kadar şefkatliydi.
Kyungsoo'nun annesi göz önüne alınınca şefkatinin de yüceliğini anlamak zor olmuyordu. Yine de özellikle yaşlı ve hastaları seçmesi, bu dünyada daha fazla durmak istemeyenleri kendine bulması onu bir nebze de olsa iyi yapar mıydı? Vahşetle sulanmış yaşamının içinde boğulmamak için sarf ettiği bir çaba mıydı bu? İyice batırmaktan korkuyor muydu kendini bu balçığa?
Yardım eli için Otelciye uzanmıştı buraya ilk geldiğinde. Karşılığında minnet duymak yerine o kolu kesmekle tehdit etmişti Otelciyi. Yaşlı adam dün gibi hatırlıyordu. Yine aynı bakışlar, kırık kemikler gibi çatık kaşlar, derin nefeslerle açılan soğuktan pembeye bulanmış burun kanatları, kurtarın beni dememek için sımsıkı kapanmış soluk ve çatlak dudaklar. Tanrıların elindeki kılıçlar kadar keskin sesi, kaderinin yazıldığı avuç içinden uzanan kısa tırnaklı parmakları. O parmakların nasıl da güçlü olduğunu kötü şartlar altında öğrenmişti Otelci. Şimdi cezasını çekiyordu o zaman çıkartamadığı sesinin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şeytan minaresi | kaisoo
Fanfictioneğer herhangi bir şeyi saklarsan, seni öldürürüm. eğer gerçeği kıvırırsan ya da gerçeği kıvırdığını düşünürsem, seni öldürürüm. eğer bir şeyi atlarsan, seni öldürürüm. aslında, hayatta kalmak için bayağı uğraşman gerekecek... söylediğim her şeyi anl...