xvi. (m)

83 14 13
                                    

Duyacak yahut görecek olsa kimsenin akıl sır erdiremeyeceği sözleşmenin üzerinden günler geçmişti. Kyungsoo, Sehun'a inandığından bu yana her şey çok güzeldi. Jongin yanındayken ve kardeşini beslemek o kadar zor değilken artık, her anını başka bir masal diyarında geçiriyordu. Ne cadılar vardı iki aşığı zehirleyecek, ne de dev canavarlar vardı kavuşmalarını engelleyecek, onların yarattıkları dünyalarda. Yalnızca dans ettikleri anlar vardı, mesela şu an olduğu gibi.

İki gün evvel ağır bir pikap ile geldiğinde çok şaşırmıştı Kyungsoo. 

"İstediğim plakları bulamadım," demişti Jongin, "daha sonra tekrar gidip bakacağım ve döndüğümde çok yakışıklı birini dansa kaldıracağım." diye eklemişti. Burnundan öpmüştü, kadifeden dudaklarıyla.

Nihayet bulmuştu istediği plakları ve getirmişti çok yakışıklı birinin yanına. Elvis, Brenda Lee, Ricky Nelson ve daha birçoklarını... Kucağına doldurulanlarla hem şaşırmış, hem mutlu olmuştu balıkçı. Koca gözleri ve konuşmaya çabalayan ağzıyla Jongin'e en kıymetli tablolardan çıkarılacak görsel bir şölen gibi geliyordu. Hevesleri hiç bitmiyordu. Jongin her gün başka bir şeyle geliyordu kulübeye. Önce yatak değişmişti, ardından aydınlatmalara el atılmış, yeni sandalyeler eskilerinin yerini almıştı. Kyungsoo ise boş durmamış, karşılığını birbirinden lezzetli akşam yemekleri ile ödemişti.

Sofradan kadehleriyle kalkmışlardı şimdi. Sanki özellikle romantik olması istenmiş gibiydi bu gecenin. Sarı ve kirli ışıkta gözleri alev alevdi. Şarap daha bir kırmızıydı. Eller daha titrek, bedenlerse savrulmaya hazırdı. Öyle ki Jongin, parmaklarını sevgilisinin parmaklarına uzatıp onu ayaklandırdığında çoktan sarhoş olmuş gibiydi. Halbuki bu ilk kadehti.

Şarkı değişti. Ne yapacağını kestiremeyen Kyungsoo, öylece Jongin'i izliyordu pembe yanaklarıyla. Dedektifse kalın yapraklı kitapların çok sevilen salon beyefendilerinden biriymişçesine tüm bilirkişiliğiyle kavradı balıkçının belini. İzlerle çevrelenmiş parmak uçları ta kıyafetin üzerinden karıncalandırıyordu Kyungsoo'nun bedenini. Esmer olana ayak uydurmaya çalıştı bir süre. Gözlerini ondan alabildiği ve hayran kalmadığı zamanlarda.

Jongin gerçekten bambaşkaydı. Bütün mevcudiyetiyle Kyungsoo'dan farklıydı. Şöyle dönüp bir bakmak yeterliydi. Ben buradayım diyordu Jongin ağzını hiç açmadan sadece varlığıyla. Kyungsoo ise öylesine silikti ki ancak onu fark etmeyip çarptığınızda anlayabilirdiniz etrafınızda bir yerde olduğunu. Daha önce de böyle düşünmüştü sanki Kyungsoo. Galiba sevgilisine baktığı her an aynı fikirlerle kuşatılıyordu. O kadar güzeldi ki... Şimdi bu düşünüşlerinin üzerine yenileri eklenmişti. Bu güzelliğin yalnızca balıkçının ellerinde olması gibi. Ona dokunan, onunla gülen, onu seven ve onun tarafından sevilen kişi Kyungsoo'ydu. Bu fikirle gülümsedi balıkçı. Herkesin sahip olmak için yanıp tutuştuğu adam, Kyungsoo için yanıp tutuşuyordu. Ne kadar beklenmedikti. Jongin de dahil, herkes için.

Birbirlerine sokuldular. Birbirlerinden ayrıldılar. Jongin'in kolları arasında döndü Kyungsoo. Gülüştüler. Kahkahalar çatlattı ince duvarları. Kadehlerin arkası hiç kesilmedi. Şelaleymişçesine aktı ağızlarından midelerine boğazlarında ince sızılar bırakarak. Bu sızıyı bir tek kendileri geçirebilirlermiş gibi dermanı birbirlerinin dudaklarında aradılar.

Sarhoşluktan iki lafı toparlamayı beceremeyen balıkçı yine de denedi.

"Sanki.." Hıçkırdı. "Düşünüyorum da sanki.. Güzel olan her şey sende toplanmış. Bence artık bir şeyi beğendiğimizde ona güzel demek yerine jongin demeliyiz."

Sustuktan sonra ikisi de öylece durdu. Dilleri tutulduğundan değildi. Biri anlamaya, biri de anlatmaya çalışırken kafası karışmıştı. Sonunda başardıklarında kıkırdadılar. Ardından kahkaha attılar. 

şeytan minaresi | kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin