Gözlerini kapatamadığı her anın yorgunluğu üzerine ağır gölgesini düşürmüşken, sarkan omuzları ve önüne düşen başıyla aylak aylak yürüyordu. Bir anlığına zihninde koşuşturan düşünceleri taşıyamadığı için öne düştüğünü sandı başının. Hakkı da vardı. Cahilliğin mutluluk getirdiğini, bilmeninse azap çektirdiğini fark etmişti.
Yavaştan sararan yapraklara takılan adımları sakindi. Gözlüğü kırışmış ceketinin cebindeydi hala. Uykusuzluktan kapanmaya çabalayan gözlerini güneşe dikti. Şimdi tamamen kapalıydılar.
Bir yüz belirdi göz kapaklarının güneşin dalgalarıyla pembeleşen perdelerinde. Adının geçtiği bütün olaylar vuku buldu zihninin sahnelerinde. Acısını hissetti genç olanın. Ne kadar çok kaybı vardı.. Kendini düşündü Jongin. O, bu kadarına dayanabilir miydi? Bizi var eden, var olduğumuzu hissettirenler arasında geçirdiğimiz yıllara olan alışkanlığımızı düşündü. Sevdiklerini düşündü. Bahçedeki uzun servileri, yerde gezen karıncayı, içeriden bağıran annesinin sesini... Şimdi onlardan uzak olsa da hala var olduklarını, dönüp gittiğinde hala aynı yerde bulacağını biliyordu Jongin.
Peki ya Kyungsoo?
Onun dönüp gidebileceği bir yeri bile yoktu artık. İnsanın isteği dışında gözlerini açtığı bu hayat, yaptıkları yetmezmiş gibi bir de verdiklerini geri alıyordu acımadan.
Babasını hiç görmemişti. Muhtemelen onun getireceği güven hissini hiç tatmamıştı. Annesini çocukken kaybetmişti. Kendisinden vazgeçse, ufak kardeşini bırakamazdı. Ki öyle de olmuştu. Yanlarına sığındığı aile de gitmişti.. En sonunda bütün arkadaşları ve kardeşini yitirmişti.
Kaç can sığdırabilirdik yüreğimize ki hayat bizden hepsini alsın?
Göğsü derin derin inip kalkarken durakladı dedektif. Empati duygusunun bu kadar geliştiğinden haberdar değildi. Kyungsoo'yu gördüğünden bu yana içinde filizlenen ağaçlar, ilk meyvesini veriyordu sanki. Acısını paylaşacak, onu anlayacak kadar yakın hissediyordu.
Yeniden doğmak için son nefeslerini vermeye başlayan dallardan bir yaprak kopardı. Sarıya çalan rengiyle sönük bir kokusu vardı. Uzun parmakları arasında çevirdi. Ceketinin cebine, gözlüğünün yanına koydu.
"İki gün. Sadece iki gün olmayışının sonuçlarını görüyorsun, değil mi?" Bilindik güzelliğiyle durgun suyun kenarında durmuş, önünde yatan cesede bakıyordu Junmyeon. Öfkesi yardımcısınaydı. Burada olsa belki önleyebilirdi, diye düşünüyordu.
Jongin'in çöken omuzlarına oturan gerçeklerden biri de buydu. Olaylar sanki arkasını dönmesini bekliyormuşçasına gerçekleşiyordu. Geç kalıyordu her şeye. Junmyeon'a bir şey diyemedi.
"İşe yarar bir şeyler getirmiş ol bari." Dedektif, Jongin'e döndü. Sağ elinin işaret parmağını kendinden birkaç santim uzun adama doğrultmuştu. Saçlarını kesmişti. Beyaz teni öfkeden kızıllara bürünmüştü. Sesi kısıktı ve bunu bilerek tercih etmişti.
Yutkunan Jongin de ona baktı. Bir anlığına. Girdiği ilk işte bocalamıştı. Verecek bir cevabı vardı fakat işe yarar olup olmadığından kuşkuluydu. Tam kendini hazırlamış konuşacakken başka birinin sesi duyuldu.
Cesedin bulunması haberi tüm kasabaya yayılmıştı. Kaybolanların akıbetini merak eden yerliler olay yerine akın etmiş; ayak izi, parmak izi, araç izi vb. akla gelebilecek her türlü ipucunu silmişlerdi. Junmyeon'un öfkesinin bir nedeni de buydu. Sabahtan beri insanlara bağırıp çağırıyor, geri durmalarını istiyordu. O gelene dek kasabanın polisini dinlemeyen topluluk için bu yeni dedektifin sözleri boşunaydı. Giden gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şeytan minaresi | kaisoo
Fanfictioneğer herhangi bir şeyi saklarsan, seni öldürürüm. eğer gerçeği kıvırırsan ya da gerçeği kıvırdığını düşünürsem, seni öldürürüm. eğer bir şeyi atlarsan, seni öldürürüm. aslında, hayatta kalmak için bayağı uğraşman gerekecek... söylediğim her şeyi anl...