Dedektif hiç istemese de kulübeden çıktığında saat gece yarısına yaklaşmıştı. Onu yolcu eden Kyungsoo ise nazlı bir çiçek vari yavaş yavaş büyüyen gülümsemesiyle, saklı kaldıkları dört duvar arasında duyduklarını hazmetmeye çalışmıştı.
"Sen ister dostum ol, ister sevgilim," demişti Jongin. "Yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiçbir isteğim yok."*
Sözleriyle Kyungsoo'ya, kırmızı kiremitli bir çatı, begonviller ve bir mavi kapı ve amansız bir avlu** getirmişti sanki duyguları yaşasın diye orada.
Gitmeden evvel, sevdiği adamın kollarına yaslanmışken ve aldığı itirafla heyecandan dili tutulmuşken Kyungsoo kızmıştı kendine. Onun da söylemek istedikleri vardı: Canım acıyınca, diyecekti. Ellerim titreyince, en çok gök gürleyince, yağmur yağınca, ve her gün doğumunda, düşünce bir bebek rahme, bir kuş uçunca, denizler dalganınca, en çok yıldızların altında, bu cehennemin dört bir yanında, nefes aldıkça... Bana sarıl.***
Diyememişti. Fakat mutluydu. Artık Jongin'in hayatında kesin bir yeri vardı balıkçının.
Kapıdan sızmaya çalışan ay ışığını itekleyip girmişti kulübesine. Gümbürdeyen deniz bile ulaşamıyordu Kyungsoo'nun kulaklarına. Öylesine sevinçliydi. Ne ağzını kapatabiliyordu gülmekten, ne de bakışlarını çekebiliyordu yeni saatinden.
Bir süre kapı önünde oyalandı. Ardından aylak aylak ilerledi çok değil iki adım ötesindeki yatağına. Etrafı toplamaya başladı. Utanmasa yatağı tekmelerdi. Küçük kulübenin içinde büyük bir coşku vardı kaynağını balıkçıdan alan ve ilk sevmenin, henüz yitirilmemiş öpücüklerin, geçmesi zor kalp sızılarının, uzayda bir yerlerde sonsuz bir boşlukta unutulmuş vicdanın getirdiği.
Öyle ki camları titreten coşkunun yoğunluğunu Sehun da hissetmişti. Çerçevenin içinde her şeyi duyuyor, yasak bir aşka tanık oluyordu. Görmeyi de isterdi üzeri bir örtüyle kaplanmamış olsa. Kendinden büyük kardeşinin saklamaya çalışırken ağzından kaçırdığı çığlıklarının sebebini. Tıpkı ağlayarak uyuduğu gecelere şahitlik ettiği gibi.
Nihayet biraz toparlanmış ve en azından ağzına kilit vurabilmişti Kyungsoo. Yaralı elinin bileğinde takılı duran saate baktı. Yarasının çirkinliğini gizlemek için o kola takılmıştı sanki. Oysa Jongin, diğer koluna takarsa yaralı eliyle çıkartmak zorunda kalır ve canı acır diye düşündüğü için o bileğine takmıştı. Nereden bilebilirdi Kyungsoo'nun baktığı her şeyde ona sırt çevrilmiş iyilikleri gördüğünü. Fakat bilse belki hak verirdi. Kyungsoo için alışmış olan buydu çünkü, hayat bunları sürmüştü önüne. Çabuk güvenmesine izin vermiyordu.
Dikkatle çıkardı bileğinden siyah kordonlu saati. Sabah sevgilisinin temizleyip sardığı yara şimdi yeniden açılacaktı. Kana bulanmasına izin veremezdi, Kyungsoo. Arka odaya gitti. Yeni yelkovan ve akrebi onu yanıltmadı, az sonra kardeşi karşısındaydı. Aceleyle cebine attı saati. Tüm heybetiyle önünde duran Sehun'un karşısına ufak bir tabure koymuş üzerine oturmuştu. Yarasının sargısını açtı. Daha kabuk bile bağlamamıştı kırmızı çukurlar. Böyle giderse elinden vazgeçmek zorunda kalabilirdi. Derin bir nefes verdi, elini uzattı. Kafasını kaldırdığında düşünceli bir Sehun görmeyi beklemiyordu. Elini uzatmasına rağmen ağzını açmamış sadece bekliyordu. Şaşırdı Kyungsoo. Az sonra kardeşinin bakışları, saatin saklandığı cebe ulaştı. O bakışları takip eden balıkçı gerilmişti. Konuştuklarını duymuş olabili-
"Evimize daha önce hiç bu kadar misafir gelmemişti, yanılıyor muyum?" Tek kaşını kaldırmış, deniz boyalı yüzünde sinsi bir gülüş belirmişti Sehun'un. Tüyleri ayaklandı Kyungsoo'nun. Ne demeliydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şeytan minaresi | kaisoo
Fanfictioneğer herhangi bir şeyi saklarsan, seni öldürürüm. eğer gerçeği kıvırırsan ya da gerçeği kıvırdığını düşünürsem, seni öldürürüm. eğer bir şeyi atlarsan, seni öldürürüm. aslında, hayatta kalmak için bayağı uğraşman gerekecek... söylediğim her şeyi anl...