i.

294 33 48
                                    

- Medyadaki şarkı ile okumanızı öneririm, mantık hataları vb. var ise üzgünüm. Keyifli okumalar.

1953 - Gayong

Gözleri yaşlıydı. Vücuduysa yorgun. Adımlarını sürüklenir gibi atıyordu. Saçları bin yılın tozuna bulanmıştı. Sokaklar karanlıktı, yırtılmış kıyafetinin altında saklanan tenini gizlemesine yardımcı oluyordu. Tırnaklarına sığınmış kanın, çamurun içinde titriyordu elleri. Dudakları kıpırdanıyordu. Hiçbir kulağın dikkat kesilemeyeceği seviyedeydi sesi. Kimse de yoktu etrafında. Bir dünya vardı dönen, bir de o. Fakat ne manası kalmıştı artık dünyanın dönmesinin? Kendi dünyası yitip gitmişken, üzerinde yürüdüğü bu aciz, bu ilkel, bu acımasız gezegen dönmeye devam etse ne olurdu? İnsanları birbirine kırdıran, ölmeye doğmanın yuvası bu dünya, hayat.. Ondan bir şeyi çalmıştı. Kocasını. Ekseninde sersefil olduğu dünyası, kocasını. Düşündükçe artıyordu titremesi. Gece daha bir karanlık oluyordu sanki. Yokluğu boğuyordu. Kollarını uzattığı dipsiz bir kuyuydu gökyüzü şimdi. Bağırsa kendisi dahi duymazdı sesini. Halbuki çınlıyordu kulakları. Kocasının son sözleriyle.

Yanık kokuyordu etraf. Biraz savaş. Biraz hastalık. Biraz barut. Biraz ölüm. En çok korku kokuyordu. Korkunun gerçek bir kokusu olsaydı şayet kadının burnundan içeri sızan bu koku olurdu. Kendisinden alıyordu bu kokuyu. Birkaç gündür üstündeydi. Geçen akşam, son nefesler de elini eteğini çekerken bu cehennemden aralarına karışan kocasının gidişinden beriydi. Gitmeyi tercih eden kendisiydi. Mesken tuttuğumuz bu gezegen bize yaşamayı değil ölmeyi zorunlu kılıyordu adama göre. Bitecek savaşların, ölmeyecek bebeklerin, birbirine kıymayacak kardeşlerin garantisini, sözünü kim verebilirdi? Vahşetin yuvasıydı burası. Ve sebebiyse yaşayanlardı. Böylesine bir yerde var olmanın manasızlığını idrak etmişti kanla sulanmış başının içinde dönen zihni. Anlamıyordu bu kadar acıya bürünmeyi. Şimdiyse karısı, onu çok seven eşi unutamıyordu bu acının çaresizliğini.

Adımlarının varacağı durak belliydi. Bir hafta olmadan delirmeye başlayan aklı, bundan sonrasında kendini tamamıyla kaybetmesin diye yapacaktı bunu. Düşününce bir sevinç kapladı göğsünü. Görebilir miydi sahiden sevdiği adamı tekrar? Savaş henüz bitmişti. Artık ölümden korkmasına gerek yoktu kocasının. Kimseye bir şey olmazdı bundan sonra.

Olmaz mıydı sahiden?

Hızlandı. Göğsünde sakladığı fotoğrafı tutuyordu parmakları sıkı sıkı. Hava serindi. Esen rüzgarın kaldırdığı yapraklara baktı. İçindeki acıyı da alıp götürmeye yeter miydi gücü?

Yıkılan evler, paramparça bedenler ve savrulan yapraklar arasında nihayet istediği yere ulaştı. Havanın rengi biraz açılmıştı. Güneş üstüne doğmaya hazırlanma aşamasındaydı dünyanın. Zifiri karanlığın misafirliği son ermiş, yerini gölgelerin birbirini kovaladığını sandıran sarsıcı bir griye bırakmıştı. Geldiği yerin ürperticiliği, kocasının yokluğunun verdiği korkudan üstün gelmiyordu. Fakat yine de titremişti bedeni. Diğer titreyen şey ise geldiği yerde asılı duran şaman aksesuarlarıydı. İnsan ya da hayvan kemiklerinden, ahşaptan oyma uzun uzun çubuklar sallanıyordu evin girişinde. Rüzgara naz yaparcasına kaçışıyordu o yana bu yana. Hoşuna gidiyordu sanki bu dans rüzgarın. Fakat acelesi vardı kadının.

Bu kıtlıkta avluda kesilmiş hayvan parçaları görmek kadını şaşırtmıştı. Etrafın kokusu kendisini rahatsız etmiyordu. Gözleri de alışmıştı bu vahşetleri görmeye. Rüzgardan kapılar çarpıyordu. Gözleri açık kalmış hayvanların bakışları sanki bilerek kadına doğrultulmuştu. Acı acı çınlıyordu eşyalar. Az önce içeri girdiği avlu kapısı hızla kapanmıştı ardından. Karşıda birini görür gibi oldu. Karanlık neler gördüğünü seçmesine müsaade etmiyordu. Duyduklarının dışında farklı bir şeylerin de olduğunun farkındaydı ancak kestiremiyordu. Etrafını saran duman vari gölgeler vardı. Bakışları bir sağa bir sola dönüyordu. Az önce birini gördüğü sandığı kapıya tekrar baktı. Bir çift göz için için parlıyordu uzaktan. Derin kahveleri aydınlatan ay ışığıydı. Yürümeye başladı. Çıplak ayaklarına değen kanın sıcaklığını hissetti. Kendi içinde akan da mı böyleydi? Peki deli deli atan yüreğine ne demeliydi? Solukları, avının peşinde koşmaktan yorulmuş bir kurdun derin hırlamalarını andırıyordu.

şeytan minaresi | kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin