24 yaşındaydı Kyungsoo. Onu için için yakan bir dünyaya doğmuştu. Her kayıp, vücudunda damgalanmıştı. Babasıyla dengesini, annesiyle aklını, kardeşiyle kalbini kaybetmişti. Yaşamak için kolundan, bacağından daha fazlasına ihtiyacı vardı oysa... Neyle nasıl başa çıkılır bilmeden, ortasına düşmüştü kurtların.
Parçalanmadan önce bir şans verilmişti Kyungsoo'ya...
24 yaşındayken onu kurtarma gücüne sahip biriyle karşılaştı Kyungsoo. Çekip çıkarabilirdi balıkçıyı. Tıpkı şu an sıkı sıkı sarıldığında yaptığı gibi.
Peki Kyungsoo bu şans karşısında ne yapmıştı?
Yalan söylemişti...
Otelci içeride Kyungsoo için çabalarken, Kyungsoo her şeyi duymasına rağmen gizlenmişti. Göz yummuştu. Sessiz kalmıştı. Sevdiği adama, ona merhem olacak kişiye yalan söylemişti göz göre göre.
Dedektifin kolları Kyungsoo'yu çevrelemişken ağlıyordu balıkçı. Jongin'in özür dilemesine, hiçbir şeyden haberdar olmayışına, balıkçının tüm vahşiliğine kör olan saf kalbine...
"Ağlama..." Kyungsoo'nun içli hıçkırıklarını fark eden Jongin, yüzünü avuçladı çocuğun. Bakışları düştü. Parmakları arasında duran bir bebeğin masumiyet sürgülü yüzüydü sanki Jongin için.
Baş parmağıyla sildi sol pınarı, çeşmeyi kapatmak için bir öpücük bıraktı kanlanmış göze.
Kyungsoo ise ceketinden sıyrılmış gömleğin buruş buruş olmuş eteklerine tutundu. Bembeyazdı parmak düğümleri. Dedektifin kendisini çok özlediği ya da olaylardan korktuğu için ağladığını sandığının farkındaydı. Aslında doğruydu. Onu çok özlemişti. Bir daha yüzüne bakacağından dahi şüpheliydi. Korkmuştu da Kyungsoo. Fakat alıştığı görüntüden değil, Jongin'in otelcinin yerine kendisini o durumda görmesinden korkmuştu. Vahşetine tanık olmasından. Düz yolda dizlerinin bağının çözülmesi gibi gelirdi bu dedektife. O denli anlık, şaşırtıcı, beklenmedik. İnsana sorunu kendinde aratan... Jongin bunu görseydi, Kyungsoo'yu sevdiği için kendine lanet ederdi. Bu kadar aklını kaybetmiş olmasına kızardı. Belki çok sevdiği işini bırakmak zorunda kalırdı. Çünkü daha ilk seferinde yenilmişti birine, henüz yolun başındayken. Gerisine katlanacak hali kalmazdı.
Şimdi ağlıyor olsa da bu gerçeğin aydınlığı daha çok korkuttu balıkçının gözünü. Öğrenmesi hepsinin hayatını değiştirirdi. Hiç de iyi olmayan şekillerde...
"Geçti.. Her şey bitti.." Elleri hala balıkçının yanaklarını sahiplenirken alınlarını birbirine yasladı Jongin. Karanlığın içinde cırcır böceklerine eşlik eden sesi kısık ve yatıştırıcıydı.
Burnu bile akmış olan Kyungsoo, duyduğu sözlere güldü. Jongin gerçekten yangın ortasında yeşeren bir çiçekti. Direniyor, yanacağını bilmiyordu. Junmyeon'un sözlerinin bundan böyle geçerliliğini kaybettiğinin verdiği sevinçle Kyungsoo'ya doyasıya sarılıyordu.
"Seni bir daha görmeyeceğim sandım,"
"Yan yana gelmeyiz sandım..." Şimdi fısıldayan Kyungsoo'ydu. İkisini ayıranın ne olduğunu şimdi kesin olarak anladı. Junmyeon'du.
Ne zaman o dedektifi düşünse dişlerini sıkıyordu, parmakları sağlam yumruklara bürünüyordu, diline parmaklık olan dişleri arasından ahlaksız sözler dökülüyordu. Fakat ne kadar kızsa, sinirlense, öfkelense boştu. Her şeyin sebebi kendisiydi. Bütün kapılar ona çıkıyor, tüm bakışlar üzerinde toplanıyordu. Sahne ortasına atılmış amatör bir dansçıydı. Bilmeden, beceriksizce yaptığı hareketler, yalanlarına benziyordu. Öylesineydi, gelişineydi. Çalan şarkı, yaşadığı gelişmelerle örtüşüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şeytan minaresi | kaisoo
Fanfictioneğer herhangi bir şeyi saklarsan, seni öldürürüm. eğer gerçeği kıvırırsan ya da gerçeği kıvırdığını düşünürsem, seni öldürürüm. eğer bir şeyi atlarsan, seni öldürürüm. aslında, hayatta kalmak için bayağı uğraşman gerekecek... söylediğim her şeyi anl...