viii.

107 19 18
                                    

Kaç yaşında olduğunu bilmediği meşe ağacından masa, bir kapağı toprağa bakan koyu kahve gardırop, dinleyeni çıldırtmaya meyilli bozuk bir saat, hastane odası havası veren beyaz boyalı rutubetli duvarlar.

Hepsi.

Odadaki her detay, uzanmış, Kyungsoo'nun saf güzelliğini izliyorlardı Jongin'in kahvelerinden. 

Dün gece bir şeyler olmuştu Jongin'i çok mutlu eden. Daha önce hiç bu kadar güzel bir uyku uyuduğunu hatırlamıyordu, dedektif. O çok merak ettiği parmaklar saçlarında dolaşmıştı gece boyu. Kendi parmaklarına kenetlenmişti. Hayran olmuştu tenlerinin uyumuna Jongin. Birine bu kadar yakışacağını düşünmezdi. Kendisini tamamlayacak eksik parçayı bulmuş gibi hissediyordu.

Güneş henüz yükselmemişken üzerlerini örten geniş gökyüzünde, bunları düşünüyordu dedektif. Tek yastığı paylaşıyorlardı. Yüz yüze bakıyorlardı. Sadece kapalıydı gözleri balıkçının. Başı hafif aşağıdaydı. Düz burnuna baktı, Jongin. Güneşin serpiştirdiği çillerine. Elini kaldırdı, yanağına bıraktı baş parmağını. Gerçek olamayacak kadar uzaktı bir zamanlar bu fikir. Çok değil birkaç gün öncesine kadar. Halbuki şimdi.. Kyungsoo, kendi iradesiyle kabul etmişti Jongin'i.

Yumuşak deride yağ gibi kayan parmak dudağının kenarında soluklandı. Siyah tutamlarının altından inci gibi parlayan gözleri açıldı dedektifin. Kıpır kıpırdı yüreği. Bacakları birbirine dolanmıştı çoktan iki adamın fakat iki küçük pembenin teması büyük geliyordu kalbine.

Aşk bu kadar heyecan verici miydi gerçekten?  Okuduğu tüm şiirler, kitaplar, onların kahramanları.. Böyle mi hissetmişlerdi sevdiklerinin karşısında?

Bir kıpırdanma hissetti Jongin, parmağının altında. Genç olan uyanmış, gözlerini dedektifin eline sabitlemişti. Yavaş yavaş kaldırdı bakışlarını. Esmerin hislerine ortak olan bir şeyler vardı onun da içinde. Depremler oluyordu sanki, kalbini saklayan kaburgalarına darbeler iniyordu birer birer içeri girebilmek için.

Hiç dokunamadan uçup giden kelebekler gibi bir gülümseme geçti uyku mahmuru yüzünden. Jongin de gülümsedi onu böyle görünce.

"Keşke seni gülümseten her şey olsaydım."

Kısık ve berrak ses, gülümseyişini büyüttü Kyungsoo'nun. Parmağını aynı yerde takılı tutan Jongin, gülüşün dudaklardaki gerilmesini hissediyordu.

Bunun gibi birkaç parmaklık mesafe vardı iki gülüş arasında.

Dudakları ellerini kıskanıyordu Kyungsoo'nun. Tüm gece yüzünü, kollarını, belini sarabilen parmaklarını kıskandı şimdi gülen dudakları. Farklı hisseder miydi esmerin gamzelerinde gezdirseydi pembelerini?

Karanlığın getirdiği cesareti eritecek gücü yoktu güneşin. O kenarda yavaş yavaş doğarken, Kyungsoo'nun vücudu da doğuyordu karşısındaki adama.

Yaklaştı. O yaklaştıkça, yoruldu Jongin. Tükendi. Yavaşlık kaynattı damarlarındaki adrenalini.

Nihayet ulaştığında Kyungsoo ona tekrar gülümsedi. Sağ eli sağ yanağa uzandı. Zahmetsiz bir öpücük bıraktı esmerin dudaklarına. İkisi için de bir ilkti bu.

Kyungsoo'nun dizginleri kaybettiği ilk seferiydi. Hesap kitap yapmadan, yarını düşünmeden hareket etmeyen beyni paydos etmişti.

Jongin'in ise ilk teslim oluşuydu. Karşısına dikilen onca güzellikten başını döndüren yalnızca bu balıkçı çocuk olmuştu. Öpmek istediği parmaklar, sarılmak isteyeceği beden ondaydı. Karşı koyması yazık olurdu.

Kaynaştı iki dudak. Bulutların ardına gizlendi ışıklar, gözleri onlardan uzak tuttular. Aşklarının ilk temasına saygı gösterdi kuşlar, onlar için öttüler en güzel çığlıklarını. Akan nehir daha bir coşkuluydu, balıklar kıpır kıpır.

şeytan minaresi | kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin