"Hoş geldin." Elinden tutup içeri çekti, dedektifi. Bir de gülümsemişti balıkçı. Jongin içinse diyecek tek söz yoktu. Daha dün kendine çeki düzen verilmesi emredilmişken o, soluğu sevdiği adamın yanında aşktan gözleri buğulanmış halde almıştı. Hiç huyu değildi bu kadar gülümsemek.
Tecrit işlerinin bitmesi geç olmuştu. Kasabayı askerler, polisler, birkaç üst düzey yetkili sarmışken insanlar da evlerine gizlenmişti. Halk ve eli silahlılar arasındaki gerilim yükseklerdeyken bir de bu tecrit işi insanların canını iyice sıkmıştı. Askerler ise halka acımayı çoktan bırakmıştı. Katile teşekkür eden bile çıkardı aralarından, bu isyancıları öldürsün diye. Neyse ki sorun çıkmadan işlem tamamlanmıştı.
Gün boyu olayları bir köşeden elinde -çoğunluğu sütten oluşan- kahvesi ve sigarasıyla izleyen Jongin, otel odasına uğramadan kıyıya gitmişti. İçindeki sıkıntıları gidermek için Kyungsoo'ya ihtiyacı varmış gibi hissediyordu. Gidip kapısını çalmaya cesaret edememişti.
İyi ki de etmemişti.
Kyungsoo'nun Otelci ile olan münakaşası sonrası kulübe kan içindeydi. Saatlerce etrafı temizlemiş, kokudan bir türlü kurtulamamıştı genç balıkçı. Sehun da gündüz vakti beden bulduğu için ayrıca kuvvetlenmişti. Canlı canlı birini yemek kanını kaynatıyordu kardeşinin. Onu zapt etmekle geçirdiği sürede iyice yorgun düşmüştü. Sehun'u alt koridora kilitleyip tekrar kulübeye döndüğü bir süre yerde öylece yatmıştı. Çocukken kardeşiyle ve arkadaşlarıyla kara yatıp kelebekler yaptıkları zamanı hatırlattı bu yatış. Gözleri doldu balıkçının. Şu birkaç ayda geldiği durum içler acısıydı.
Buna alışmak istemiyordu.
Ne zaman pes edeceğini düşünse eli boynundaki kolyeye gider, kardeşinin fotoğrafının olduğu çerçeve önüne düşerdi. Görmezden gelmek istediği gerçeklik ona bu izni bir türlü vermezdi.
Sırtüstü yatmayı bırakıp cenin pozisyonu aldı küçük sığınağında. Acıları kadardı bu oda. Küçük görünebilirdi ama kapıyı kıracak kadar zorluyordu. Pencereden taşıyordu. Oluk oluk akıyordu evin çeşmelerinden. Kyungsoo da yatmıştı o acıların içinde. Kalkmazsa gözyaşlarında boğulacaktı.
Kalktı. Duş aldı. Henüz akmaya devam ederken damlalar saçlarından dedektifi görmüştü. Havlusunu boynuna atıp kapıyı açmıştı ileride yerdeki taşlarla oynayan adama. Dedektif onu fark etmemişken arkasından yürüdü denize doğru. Yanına ulaşmıştı.
Kafasını kaldırdı Jongin, karşısındaki güzellik ile göz göze gelmek için. İçi ısındı hemen, sıkıntıları eriyip gitmişti parmak uçlarından sanki. Saçlarındaki damlalar kadar şanslı olmak istemişti. Birbirlerine dönmüşlerdi.
"Seni görmek istedim," demişti Jongin sessizce. Elini uzatmıştı balıkçı, dedektifin yanağına. Gözünden elmacıklarına düşen bir kirpiği çekmişti oradan. Kireçli duvarlara yaslanmaktan tozlanan ceketinin yakasını temizlemişti.
"Yarın bana gel," demişti Kyungsoo. Bir de uzanıp çenesinden öpmüştü esmer olanın.
Şimdi ev sahibi tarafından içeri çekilirken aklına gelenler bunlardı Jongin'in. Ne olacağı, ne yapacakları hakkında bir fikri yoktu. Fakat eli boş gelmemişti. Birkaç şişe bira ve soju getirmişti. Doğrusu ne sever bilmiyordu. Eli şaraplara gitse de fazla romantik olabileceğini düşünmüştü, vazgeçti.
Bu küçük yere ikinci gelişiydi. Geliş amacının bu kadar hızlı değişmesi bir an tuhaf geldi Jongin'e. Nasıl da şüphe duymuştu Kyungsoo'dan?
Tezgahın üzerindeki balıkları fark etti. Birlikte yemek yiyeceklerdi. Sırıtmaktan alamıyordu kendini Jongin.
Masa hala yerli yerindeydi. Bir sandalye çekilmiş, az kenarda duruyordu. Loş bir ışıkla aydınlanıyordu tek pencereli kulübe. Kyungsoo içeri giren adamla birlikte daha iyi görür gibi oldu etrafı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şeytan minaresi | kaisoo
Fanfictioneğer herhangi bir şeyi saklarsan, seni öldürürüm. eğer gerçeği kıvırırsan ya da gerçeği kıvırdığını düşünürsem, seni öldürürüm. eğer bir şeyi atlarsan, seni öldürürüm. aslında, hayatta kalmak için bayağı uğraşman gerekecek... söylediğim her şeyi anl...