Ali Rahmet

833 55 32
                                    


Sol yanındaki boşluğun yarattığı
üşüme, bilincini açtı. Az önce koynunda yatıyordu, ne olmuştu da kalkmıştı? İrkilerek başını çevirdiğinde güzel yüzü, yüzüne yaklaşıyordu. Saatlerdir tenini hissetmediği, dokunmadığı tek saniye bile olmamıştı, ama şu an ilk defa yakınlaşıyormuş gibi heyecanlanıyordu. Hiç yatışmayacaktı bu kalp çarpıntısı, yaktığı ateşin sönmeyeceği gibi.
Mesele öpüşmek, sevişmek değildi, mevcudiyetini hissetmekti. Damarlarında kan yerine aşk akıyordu, gördüğü anda sahibine gitmek isteyen.

Alnından öpüp bir şey demişti. Dudaklarını okumaya çalıştı, bu kadar yakınındayken dikkatini vermek çok zordu, kendi kalp çarpıntısı, nefes alışı beyninde yankılanıyordu, başka ses duyması imkansızdı.
Önce alnında sonra boynunda soğukluk hissetti; ısı dengelenince el olduğunu anladı: Hünkar'ın elleri, dokunduğu yeri diriltiyordu;
'Yanıyorsun' mu demişti?
Islak saçları, çıplak göğsünden yüzüne doğru yürürken her bir saç teli kor ateşler gibi dağlıyordu vücudunu, nasıl yanmazdı ki!
"Sen yakıyorsun beni!"
Zümrüt gözlerine mahcubiyet oturdu, ellerini çekti, sesli mi söylemişti? Hünkar dudaklarındaki tebessümü bastırmaya çalışıyordu.

"Bin ömrüm olsa bininde de yanarım sana, canım karım!"
Uzandığı yerden hafifçe doğrulup yaklaştı, elini alıp kalbinin üstüne koydu.
"Kalbimin sesini duymuyor musun?"
Hünkar'ın da nefesinin hızlandığını farkedince sesini kıstı, "Bir tek senin yanında atıyor; senin için... sen olmadığın vakit..."

Dudağına uzanan el, cümlesini bitirmesine mani oldu. Zümrüt gözler yine buğulanmıştı.
"Ben varım... burdayım..."
Dudağına değen parmakları öptü tek tek; çekineceği bir şey yoktu, yüzük parmağı boştu. Bileğini aldı elinin içine, avucunu kokladı sonra yavaşça öpmeye başladı : avucunu, bileğini, kol içini...

Dünya sevdiği kadından ibaretti; gözleri, dudakları, saçları, kokusu, elleri...
Yaşadıkları gerçek olamayacak kadar güzeldi. Gözlerini kapayıp, zamanın durmasını diledi; şu anın içinde kalsalar, sadece ikisi, sonsuza kadar. Gözlerini açtığında sevdiği kadın, mutluluktan kendinden geçmişti. Yanağına uzandı, belli belirsiz okşamaya başladı. Dokunmaya korkuyordu ya hayalse... ya gerçek değilse...
Hayal değilim der gibi güzel yüzüyle
sokuldu avucunun içine, yanağını bastırdı. Yine göz göze gelince güzel yüzünü gömdü eline; öptü uzun uzun. Avucundan bir kelebek su içiyordu sanki. Elini kalbine götürdü, dinletti. Kuş gibi çırpınıyordu.
"Sen de burdasın!"

Gözlerine her baktığında bir koru rüzgarlanıyordu göğüs boşluğunda.

"Geri dönelim, titremeye başladın..."
Bilmez miydi gittiğinde bıraktığı soğuğu yanardağ ateşleri bile kesmezdi.
"İyiyim..." söylediği yalana
ciğerleri isyan etti, öksürmemek
için yutkundu. "...çok iyiyim! Sadece..."
Saçlarına uzandı, omuz başlarını örtmüşlerdi, elinin tersiyle sırtına doğru attı. Omzuna dokunup kendine yaklaştırdı; bir daha bırakmazdı, bırakamazdı. Elini, çıplak sırtından aşağı doğru kaydırdı. Hünkar'ın nefesi kesilmişti. Belinden sardı,
hafifçe üzerine eğildi, boynundaki ben açığa çıkmıştı, saatlerce baksa, öpse doymazdı:
"...sen uzaklaşınca ayaza düşüyorum, gitme!


Gölge'nin dürtüklemesiyle geçmişinden sıyrıldı. "Gündüzleri de mi düş görmeye başladın artık Fekeli!" Kucağındaki yaralı güvercine baktı "Ah be Esmer hep senin..." kanadındaki kan eline bulaşmıştı "hayır, benim yüzümden!"
Etrafına son kez bakarken gözündeki yaşları sildi. Bir daha gelmeye cesaret edebileceğini sanmıyordu.

ZAMANIN TOZUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin