Hünkar

900 39 15
                                    



Oradaydı. Neden yine geldi ki? Demir'e saldıran kendisi değilmiş gibi... Hem görüşmeyelim lafının nesi anlaşılmıyordu? Lambayı kapatınca gideceğini bildiğinden kapatıp yatağa oturdu. Zaten at sırtında da kaç saat bekleyebilirdi?

"Biri görmeden git Ali Rahmet!"

Çıkmayacaktı bugün balkona, iyi niyet de bir yere kadardı. Kapının önünde arabayla sabahlamak da neyin nesiydi? Hiç düşünmüyordu alem ne der? Bir gören olur mu?

Görsün Hünkar! Muradımıza ermemize sebep olacaksa...

Eli istemsizce yanağına dokunduğu yere gitti.

"Evladın gördüğünde de aynı şeyi söyleyebileceksin sanki!"

Perdeyi araladı yeniden: gitmemiş. Balkona çıkmazsa gider diye düşünürken atından da inmişti.

"Delirdi mi bu adam?"

Bahçe kapısı da açık. Ya gelirse... Perdenin kenarından izlemeye devam etti. Engelleri kaldıracağına yenilerini ekliyordu. Demir'e nasıl el kaldırırdı?

Ne hali varsa görsündü. Bakıp üzülmeyecekti. Verdiği sözden hislerinden daha büyükse Demir'e öfkesi, istediği gibi olsundu. İçinde kabaran hisleri bastıracaktı. Yıllarca oğlunu herkese karşı savunduğu gibi ona karşı da savunabilirdi.

"Ya kazayı öğrendiyse, Demir yaptırdı sanıyorsa."

Tabii, kendi ağzıyla söylemişti baraj için Sultan'la işbirliği yaptığını. Ya tanışıklıklarını eski sanıp kazadan Demir'i mesul tuttuysa. Ya o yüzden...
Öyle olsa Demir söylerdi. Söyler miydi? Neyi söyledi ki bu zamana kadar? Yalancı tanıklarını mı, baraj usulsüzlüğünü mü?

"Off!"

Biri görecek, anlayacaktı. O vakit Demir'i hiç tutamazdı. Mümkünleri zorlayacağına imkansızlaştırdığını görmüyordu.

Sırtını kamburlaştırıp ağzını kapattı elleriyle. Öksürüyor muydu yoksa üşüyor muydu? Bu havada at sırtında gelirse olacağı buydu. Hasta olmayı bekliyordu kaç yaşında adam. Etrafına bakındı, pufun üstündeki battaniyeye eli uzanınca geri çekti.

"Hasta olursa olsun!"

Göğsü sıkıştı, ya kötülerse.

Aceleyle battaniyeyi alıp aşağıya indi. Kendisine inanamıyordu. Bu kadar mı sürmüştü öfkesi? Yüzünü görmek istemiyorum sözünü bu kadar mı tutabilmişti? Elbette hayır, mevzubahis oğluydu. Sözünü tutacaktı. Sadece... sadece üşümesine... üşümesine kıyamamıştı.

"Aferin Hünkar!"

Neyse... Battaniyeyi verip dönecekti sadece, konuşmak yok diye tembihledi içten içe kendini. Hava gerçekten soğuktu. Etrafına baktı, Şerminler uyumamıştı, Demir de... Dik durup karşısına geçti, hemen gitse iyi olurdu.

- Al bunu!
Tepki vermeyince içini eriten gözlerine kaydı bakışları. Hata olduğunu anlaması kısa sürmedi. Biraz daha baksa boynuna sarılması an meselesiydi.
Ne bakıyorsun? Alsana, ayazda at sırtında...

- Ayazda bırakan sensin, şimdi...

Dinlerse öfkesi sönecekti.
- Niye geldin?

- Yüzümü görmek, sesimi duymak istemediğini söyledin.

- Evet dedim. Hala da istemiyorum.
İstemiyor muydu?
Senin de bu yüzden gelmemen gerekiyordu Fekeli!
'Hiç kolaylaştırmıyorsun!'

- Cezamı kesmişsin belli! Peki kabahatimi de söyle Yaman Hanım. Senden mahrum kalacak kadar büyük ne kusur işlemişim?

- Sen... sen Demir'e nasıl...
Kendi konağında, onca marabanın önünde Çukurova'nın beyi Demir Yaman'ı dövmüştü. Oğlunun haysiyetini yerle bir edince, yıllardır kurmaya çalıştığı itibarını yıkınca kızmayacağını mı sanıyordu? Bilmiyordu tamam, Demir'i sevmiyordu ona da tamam. Ama o yüzünün hali... üzüleceğini hiç mi düşünmemişti? Nasıl kıymıştı?

ZAMANIN TOZUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin