Yeşil mercedesin içindeki Hünkar'ı görmenin şaşkınlığı geçince sert bir u dönüşü yaptı. Bu saatte dışarda ne işi vardı ki? Ayrıca konaktakiler evin hanımını niye beklemiyordu? Ya başına bir şey...
'Yok! Yok, kötüyü çağırma hemen!'Belki de şahsi bir işi vardı, kimseye haber vermeden çıkmıştı; belki biri acele çağırmıştı; onla buluşmay...
'Yaman Hanım, kimsenin ayağına gitmez, hele ki bu saatte!'Duygu sarmalının içinde hissediyordu kendini; korku, öfke şimdi de kıskançlık başlamıştı.
'Düşünmemek en iyisi, hele bir sağ salim eve girsin, sabah öğrenirim ne olup bittiğini.'Kafasını boşaltıp sadece yola odaklandı. Gece, Hünkar ve peşinde kendisi; garip bir huzur duydu. Yine yakınında olmak, ne yaptığını bilmek, uzaktan da olsa refakat etmek...
Konak görünüyordu ileride, ışıkları hala kapalıydı.
Çiftliğe giden yola dönmeyi beklerken öndeki araç şehre yöneldi.
"Nereye bu saatte Yaman Hanım, nereye?"
Mersin'e çıkmazdı bu yollar; Demir'in yanına gidiyor olamazdı. Yoksa takip ettiğini mi anlamıştı? Bomboş yolda yanından geçtiler; tabii görmüşlerdir. 'Yok canım, öyle olsa karşıma çıkıp hesap sorardı, kedi fare oyunu oynamaz!'Şehrin dar sokaklarını geçip meydanı aştılar. Kabristanın girişinde duran araçtan Hünkar'ın indiğini görünce nefesi kesildi. Bu sahneyi görmek için miydi tüm bu koşturmaca; Hünkar'ı acılar içinde Adnan'ın mezarı başında görmek için miydi. Gözündeki bulutlar yaşlara döndü.
Gücünü toplayıp arabadan indi. Madem kaderinin kestiği ceza, sevdasının bedeli buydu; ödeyecekti. Yaptığı hiç bir şeyden pişman değildi.Ailesinin kabrine yaklaştığında adımlarını yavaşlattı. Adnan'ın mezarı biraz ilerideydi. Kafasını sola çevirdi; yıllardır aklından kovduğu görüntü tam karşısındaydı. Biraz daha yaklaşıp önündeki ağacı siper aldı. Hünkar'ın akşamki halinden eser kalmamıştı, mezarın başına yığılmış ağlıyordu. Bakmaya gönlü dayanmadı. Kendini koyvermemek için dudaklarını ısırdı, nafile gözündeki yaşlar durmuyordu.
Elini uzatsa sarıp sarmalayacak kadar yakındı fakat hakikatlerden örülü bir duvar vardı aralarında, Hünkar'ın aşmak istemediği kocaman bir duvar.
Bu halde kalmasına, acı çekmesine dayanamadı, kapıya yöneldi.
Şoför arabada bekliyordu hala. Koşarak arabasına gitti, şoförün kabristana girdiğini görünce arabayı çalıştırdı.***
Konağa girdiğinde Yılmaz'ı salonda kendisini beklerken buldu; yüzünde pişmanlıktan ziyade kırgınlık vardı.
- Baba, konuşalım mı biraz? Sesi üst tondan ve sinirliydi.
- Konuşmayalım evlat, sözümü dinlemeyenlere dilim lâl artık. Bugünkü hayal kırıklıkları kâfiydi. Arkasını döndü.
- Baba... özür dilerim. Ses tonu düşmüştü. Cevap alamayınca devam etti. Affet beni! Seni kızdırmak istemedim sadece... beni anlaman lazım Baba.
- Evlat, ben seni anlıyorum, hem de çok iyi anlıyorum. Tam da bu yüzden kızıyorum ya sana; haklısın, sonuna kadar haklısın ama bu haklılığınla yakıp yıkamazsın sürekli.
Bugün yaptıklarının farkında mısın? Ya biraz daha geç kalsaydım, ya Demir'i bulsaydın o zaman ne olacaktı? Silahını çekip vuracak mıydın? Cevap alamadı.
Yahuu evlat sen beni öldürmeye ant mı içtin? Aslını astarını bilmeden elini kana bulayacaktın öyle mi?- Baba neden anlamıyorsun bu adam ne yapsa yanına kâr kalıyor; senin ömrünü çaldı, benim hayatımı harcadı, Züleyha'yı aldı benden.
- Haa senin derdin beni bulamamak değildi yani! Arkamı döndüğüm an bir bahane bulup saldıracaksın demek.
- O adamın yaptıklarının yanına kâr kalmasına katlanamıyorum. Niye anlamıyorsun? Duru durağı yok, nefes aldığı müddetçe kötülük saçacak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN TOZU
FanfictionAma sonra bir yaprakta gözlerini gördüm, güneşte gülüşünü, rüzgarda soluğunu, ben yaprağa aşık oldum sandım, güneşe taptım, rüzgarı içime çektim soluğum yaptım. Ben sana bir kere aşık olmadım, her gördüğümde yeniden yeniden aşık oldum...