Hünkar

582 50 21
                                    


'Ya idam hükmü onansaydı, ya oğlum...' gözleri doldu.
Günler önce kulübü arayan Ali Rıza Çitçi'ydi. Adana'ya gelince görüşmek istediğini; hayat memat meselesi olduğunu söyleyip kapatmıştı. Sabahki görüşmeye kadar içinde hep bir umut vardı: Ali Rahmet'in düşmanlığında haksız, Demir'in masum olduğuna dair. Yine umudu kırılmıştı.
"Çok para verdi. Hüsam'a da Develi'deki evi aldı. Annemin bile haberi olmayacak dedi. İsa'yla Hüsam öldü, kurtuldu. Şimdi Fekeli peşimdeymiş. Hünkar Hanım, kurtarın beni!"

Yüreği daraldı. En umutsuz günlerinin tek sığınağı, tek ışığı oğlunu tanıyamıyordu: Züleyha'ya duyduğu aşk yüreğini kararttı, zalim bir insan yaptı sanmıştı: bilmediği yüreğinin hep karanlık olduğuymuş!

Kapı açıldığında tören alanına geldiğini anladı. Konakta bekleyememişti Demir'i. Her geçen dakika içindeki öfke daha da artıyordu, bu ilkti; ilk defa oğluna karşı içinin öfkeyle dolduğunu hissediyordu. Bu defa savunulur yanı yoktu yaptığının. Her şey bir yana affedememekti korkusu... Masum bir insanı bile bile ölüme mahkum ettirmek...
"Sen benim temyizimi yaktırdın Hünkar Yaman!" Yılmaz'ın nefret dolu bakışlarını hatırladı. Oğlunun saadeti için bile olsa elleri temiz değildi...

- Yaman Hanım!
Ali Rahmet... Boş bulunup bakınca ne diyeceğini şaşırdı, başını çevirdi hemen. Konuşmaya hazır değildi; gerçekleri sakladığı için duyduğu azabın tek tesellisi de çürümüştü: Ali Rahmet masumdu. Yıllarca içten içe biliyordu; sadece bir trajediyi yaşamaktansa gözünü kapatmayı seçmişti o kadar. Karşısına geçip nasıl affını isteyebilirdi şimdi? Konağı bastığı gün söylemişti... "Kocana, zarar vermem!" demişti.

- Selamını da mı lütfetmiyorsun artık, el gibi!
Sesi kırgındı. Kızsa, hesap sorsa konuşmak daha kolay olurdu; yirmi yılı, eşi, çocukları gitmişti fakat yine de sıcacık bakabiliyordu.
Düşman mıyız?
Sadece yüzüne bakmaya çekiniyordu. 'Ben olmasaydım, şimdi ailenle birlikte olabilirdin... bile bile, nasıl...'
Oysa duydum ki...

Derin bir nefes aldı. Vakur durmaya çalışarak yüzüne baktı. Gözlerindeki tılsım, tüm olumsuz düşüncelerini eritiyordu.

- Merhaba, Ali Rahmet!
Eskiden de böyleydi: ne kadar endişeli, kederli de olsa göz göze geldiği anda hepsi uçup gidiyor, sadece gözleri kalıyordu.
Alkış sesleri, gözlerinin büyüsünden kurtarınca ekledi:
Ne duydun?

- Kulüpte millete Fekeli ile düşman değiliz demişsin! Yüzünde mahcup bir gülümsemeyle söylemişti.

Bakışın sebebi bu muydu? Çok, çok ama çok eskiden bilirdi bu bakışları.

- Duymayan kaldı mı acaba?
Dedikodu çarkı dönmüştü belli ki. Kulaktan kulağa gele gele ne dediğini bile unutmuştu.
Tam öyle dememiştim ama, bilirsin... Günlerdir tartışması yaşanıyordu konakta. Günlerdir oğlunu üzdüğü için kalbi parçalanırken Demir, gözüne baka baka yalanlarını sürdürmüştü.

- Bilirim Yaman Hanım, bilirim. Ne demişsen doğru demişsin, ona sözüm yok! Çukurova'nın kurdu çakalı vaziyetimizden nemalanırım diye bayram yapıyordu. Senin söylemen iyi oldu...

- Doğru...
Dernekteki kadınların sözlerine inat demişti. Fakat hakikati bilseydi... 'Anlatsaydın... bana söyleseydin, ben sana inanırdım!'
İdamla yargılanmasına rağmen haber bile göndermemişti. Rana'nın hesabı belliydi ama Ali Rahmet haber gönderebilirdi, anlatabilirdi... Fakat güvenmek yerine ölümü seçmişti. Cezaevine gittiğinde Rana'yla karşılaşmasaydı, konuşabilselerdi... Yine de bir şey değişmeyecekti: 'Ne ben sorabilirdim ne de sen anlatabilirdin. Vaziyetimizin adı düşmanlıktı; hep de öyle kalacak, değiştiremeyiz... Hem Demir'i ben bile affedemezken, sen nasıl...'
...haklısın! Zayıflığını, düşmanını gösterme diyorsun, doğru!

ZAMANIN TOZUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin