Hünkar

869 51 12
                                    

- Hasene, ben çıkıyorum. Annem sorarsa idare edersin, tamam mı?
- Anneee! Anneee!
- Off Hasene! Tamam tamam sus sus, ben söylerim!

Kırbacını bacağına vura vura merdivenlerden inip cumbalı odaya geçti. Azize Hanım elinde kasnağı ile nakış işliyordu. Kafasını hafifçe kaldırıp Hünkar'a baktı.

- Ne o yine almışsın kitaplarını; yine mi Lütfiye Hanım'a.
- Evet Anne, Büyük Halama gidiyorum, dünden söz vermiştim yarın da uğrarım diye. Haberin olsun, yemekten önce gelirim, gecikmem.
- Emriniz olur Küçük Hanım! Çeyizini hazırlayacağın yerde tutturdun bir Büyük Hala sevdası... Aaa bak hiç dinliyor mu? Döndü arkasını gidiyor. Kime diyorum? HÜNKAAR! BU HER GÜN HER GÜN GİDİP LÜTFİYE HANIM'A KİTAP OKUMALARIN ÇOK OLDU ARTIK! AKŞAM CELAL BEY'E SÖYLEYEYİM DE KIRSIN O BACAKLARINI, BAK BAKALIM GİDEBİLİYOR MUSUN BİR DAHA!

Hünkar merdivenlerden inerken annesinin azarlarını duymuyordu bile. Aklında mektup vardı sadece. Etrafı kolaçan etti. Kimse yoktu. Elindeki kitabı açıp arasına cebinden çıkardığı mektubu koydu, kitabı cebine attı. Ahırdan atını alıp kalenin yolunu tuttu.

Kaleye yaklaştığında her zamanki üst yolu değil de patika yolu tercih etti. Küheylanı aşağıda ağaca bağlayıp Ali Rahmet'e baktı; her zamanki yerlerinde oturmuş güya kitap okuyordu. Gözü üst yolda, Hünkar'ın her zaman kullandığı yoldaydı. Sevdiğini görünce içini hüzün kapladı. Kaleye gelene kadar acele etmemişti 'benim kalbimi yaktığı kadar yansın, uykusuz gecelerimin, akıttığım gözyaşlarımın bedelini ödesin' diyordu. Ama şimdi böyle biçâre halini görünce 'kimi cezalandırıyorum ki ben; sevdiğimi mi kendimi mi, ikimiz de bir değil miyiz?' diye düşünmeye başladı. Artık bu oyuna son vermenin zamanıydı.

Ali Rahmet'in aşkından şüphesi yoktu, sesi, bakışı, nefes alışı, bile "sana aşığım" diye bağırıyordu ama açık açık sevgisini söyleyemiyordu. İş başa düşmüştü. Gerçi kerelerce sevgisini belli etmeye çalışmıştı ama yapamamıştı; sadece münasip kaçmadığından değildi Ali Rahmet susarak aşkını öyle güzel ilan ediyordu ki bölmeye kıyamıyordu. Sanki ağzını açsa yahut kıpırdasa tüm büyü bozulacak gibi geliyordu.

Sessiz ama hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Tam arkasında durup bir süre sessizce izlemek istiyordu. Tam o sırada Ali Rahmet derin bir nefes alıp "Yaman Hanım" diyerek arkasını döndü. Göz göze geldiler gözlerinin içi parlıyordu. Oturduğu sandalyeden kalkıp elini uzattı.

- Hoşgeldin, Hünkar. Seni gördüğüme nasıl sevindim anlatamam. Oturmaz mısın bir kahve içelim.

Hünkar, derin bir nefes aldı, heyecanını belli etmemesi gerekiyordu.

- Ali Rahmet. Ben... ben Büyük Halama gelmiştim de geçerken seni gördüm... ıı kitabını vereyim dedim. Peki sen ne yapıyorsun burada, birini mi bekliyordun?

Yapamıyordu, heyecanını bastıramıyordu, dün gece yazdığı mektubun varlığı gardını düşüyordu. Ali Rahmet'in bir şey bildiği yoktu elbette dün ayrılırlarken hiç bir şey söylememişti Hünkar. Ama şimdi o içini okuyan gözleri ile kendisine baktığında Yaman Hanım olamıyordu.

- Ben mi? Kimi bekleyebilirim ki? Buradan geçiyordum sen de belki Lütfiye Hala'ya gelmişsindir diye düşündüm. Gülcemâlini görü...

Necmi Abi'nin sesi uyandırdı Hünkar'ı "İyi ki geldin, Hünkar kızım, bizim oğlanın gözü yolda kaldı kaç saattir."

Hünkar, yüzünün alev aldığını hissetti başka zaman olsa güler geçerdi, şimdiyse mektubu Necmi Abi okumuş gibi ondan bile utanıyordu. Ne diyeceğini şaşırdı, göz ucuyla Ali Rahmet'e baktı; göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırdı.

ZAMANIN TOZUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin