Hünkar

553 48 32
                                    





"Hünkar, affet beni. Git dediğinde gitseydim sen burda... böyle..."
'Ali Rahmet'
Rüya mıydı? Elini tutunca olmadığını anladı; buz gibiydi. Özür dilemeye mi gelmişti, konakta yüzüne bakmazken!
"Ben böyle olsun istemedim hiç. Senden bir adım uzak kaldığımda nefes bile alamazken korkularıma yenik düştüm..."
Niye kalbine hükmü geçmiyordu, böyle atacak ne vardı. Ya nefesi... ciğerlerini iyice doldurdu, şimdi sakince vermesi gerekiyordu. Uyandığını, duyduğunu anlarsa...
"...ya beni sevmiyorsa, ya kaybedersem dedim; ya bana vermezselerse, ya benim yüzümden üzülürse, ya alıştığı hayatı veremezsem dedim."
'Benim cesaretim ikimize de yeterdi; ben de yapamadım, ailemi seçtim, senin suçun yok!'
"Ben seni gözümden bile sakındım Hünkar, sevmeye kıyamadım seni..."
Yanağını ısırdı hafifçe. Elini sıkmamak için mücadele ediyordu kendiyle. Yeri ve zamanı değildi. O 'zaman' hiç gelmemişti, gelmeyecekti.

Kapı açılınca eli yetim kaldı.

- Ziyaret yasak, lütfen çıkar mısınız?

Giderken hafifçe gözünü araladı: konaktaki heybeti kalmamıştı.
'Yılmaz mı kötüledi acaba?'
Sebahattin, durumu iyi demişti. Hem Yılmaz kötüleşse onun yanında olurdu, burada değil.

- Ali Rahmet... dur, benim!
'Ali Rahmet!' Kimdi?
Yılmaz'ı duydum, çok geçmiş olsun!

- İnşallah... Kadının sesi ne kadar gürse Ali Rahmet'inki de o kadar kısıktı, fısıltısı geliyordu sadece. Topuk sesleri yaklaştı.

- İyi, bir kaç gün müşahede altında kalması gerekiyor. Yakının mı?

- ...oğluyla tartıştık...

- Sen de senin yüzünden sandın. Sinirsel bir durum değil. Enfeksiyon kapmış; yakınlarda ameliyat olmuş, ya ondan yahut da başka bir açık yaradan kapmıştır. Neyse canım, sen iyi görünmüyorsun ama...

Kapıyı kapatıp çıktıktan sonra bile kadının sesi gelmeye devam ediyordu.

"Saygısız! Gecenin bir yarısı bu tonda mı konuşulur, bir de doktor olacak!"

Yatakta doğrulurken soğuk bir şeye değdi. Eline aldı: tespihti. Loş ışıkta seçemeyince başındaki lambayı yaktı. Görür görmez tanıdı: Rana'nın hediyesi yakut tespihti.
Fakat imamesindeki harfler eksikti: F ve A kalmıştı, R yoktu.
"A,R ve F. Ali Rahmet Fekeli'nin baş harfleri değil; Ali Rahmet'in A'sı, Rana'nın R'si Fekeli'nin F'si."
Rana Fekeli'nin çok bilmiş tonlaması çınlıyordu kulağında.
"Torunlarımız bakıp Çukurova'nın en büyük aşkıydı, onların aşkı diyecekler."

A'ya baktı bir daha: tepesi yoktu. A'dan çok H'ye...
Sinirlenip yastığın altına tıkıştırdı.
"Her şeyden bir anlam çıkarma; kırk yıl öncenin hikayesi. Şimdiden bahsetmedi ki! Sanki hala...!" Arkasına yaslanırken eliyle yatağı yokluyordu:
'Ben kopardım sanacak şimdi!'
Battaniyeyi çekti; R yoktu.

Bir kere içi kıpırdamaya başlamıştı, burada yatıp beklemek zordu. Seruma baktı: biteceğe de benzemiyordu. Acaba ne diyecekti? O doktor; doktor muydu? Dosyayı okuduğuna göre doktor olmalıydı. Ne vardı ki dosyada, türkçe yazıyor, belki de hemşiredir...
Kimse kim, onu öğrenirdi de bölünen sözlerin devamını duyabilecek miydi?
Kırk yılın hesabını niye dökmüştü? Söyleyeceği vardı belli ki! Yoksa gidecek miydi? Gitmezdi, gidemezdi...
Ama gitmişti... bırakıp gitmişti daha önce; şimdi gitmesine ne mani olabilirdi?

ZAMANIN TOZUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin