10.bölüm

282 124 11
                                    

'oy vermeyi ve bol yorum yapmayı unutmayın ey ahali.'

İyi okumalar.

Hiç bir yara iyileşmez Değildir. İyileşir, fakat geride sonsuza dek seninle yaşayacak bir iz bırakır.

Bir kelebek misaliydi güzel şeyler. Bir günlük ömrü bile dünyayı güzelleştirmeye yetiyordu. Burnumun ucuna konan bir kelebek misali mutluluk veriyor, kanatlarını çırptıkça gıdıklıyordu.
Bir gün için çok çabalıyor, azmediyordu. Yumurtasından tırtıl olarak çıkıyor, aç karnını yapraklarla doyuruyor, doyuruyor ve doyuruyordu. Ta ki zamanı gelene ve koza örmeye hazır olana dek.
Koza örünce yatardı derin bir uykuya. Değişmeye başlardı vücudu, oluşturdu renkli ihtişamlı kendini hayran bırakan kanatları. Çıkardı kozasından ve işte o zaman başlardı kısacık hayat macerası.

Kitaplığın önünde öylece durmuş cama bakıyordum. Beyaz tüylerinin arasında bilinçli sarı gözleriyle o da bana bakıyordu. Onu daha ilk gördüğümde anlamıştım. Gece bahçede uyuya kaldığımda yanıma gelen baykuştu. Onu şimdi görmek beni şaşırtmıştı. Sonuçta baykuşlar gececi hayvanlardı. Ayrıca neden gelmişti?
Baykuşun cama gagasıyla tıklaması sonucu kendimi adım atmaya zorladım.

Camın önüne geldiğimde Baykuşun minik pençelerinin altında bir kitap olduğunu gördüm. Camı açmam ile birlikte baykuş birkaç adım gerileyerek kitabın üzerinden çekildiği zaman onun Lyon'un kitabı olduğunu anladım.
Bir kitaba bir baykuşa bakarken onun bunu nasıl bulduğu ve neden bana getirdiği sorusu zihnimde yankılandı.
"bunu...". Ne diyebilirdim?
Ona zihnimde ki soruları mı sormalıydım?
Onun yerine "Teşekkür ederim." dedim kitabı yavaşça elime alırken.
Baykuş derinden gelen uğultusuyla bana karşılık vererek kanatlarını açtı.
Kanatlarını açtığı zaman cüssesi pencere pervazına sığmaz olmuştu. Halbuki pencerem hiç te küçük değildi.
Kapı tıklatılması ile beraber babamın sesi ilişti kulaklarıma.
Ben "girebilirsin" demeden önce kar beyazı baykuş koca kanatlarını çırparak güneşli hava eşliğinde ormanda kayboldu.
Babam odaya girerken, ben de kitaplığa doğru gidiyordum.
Kitabı rafa koyarken, "o alçılı bacak ile nasıl yürüyebiliyorsun?" dedi babam.
Omzumun üzerinden ona baktığımda işaret parmağı ile bacağımı gösteriyordu. Bacağıma baktığında Gerçekten de bacağımın hala alçılı olduğunu hatırladım. O bacağımı gösterene kadar hiç farkında bile değildim. Hiç te kırık bir bacağım varmış gibi hissetmiyordum. Aksine sapasağlam bir çift bacak artı enerji doluydum. Kendimi tüm gün koşabilecek gibi hissediyordum. Kendi gözlerimle kırılarak derimi yırtıp dışarı çıkan kemiğimi görmeseydim kırık olduğuna inanmaz, Doktorların bir hatası olduğunu düşünürdüm.

Dudağımı büzerek "Artık kırık olduğunu sanmıyorum. Hatta bak," diyerek alçılı ayağımı yere üç kere vurdum ardından Kollarımı göğsümde bağlayarak babama baktım.
Oysa o hiç te büyülenmişe benzemiyordu.
"o zaman alçıyı çıkarsam iyi olur." dedi hiç bir duygu kırıntısı olmadan. Gözlerim kocaman açılırken " doktor demek istedin değil mi?" diye sordum.
Başını olumsuz anlamda sallayarak "babana güvenmiyor musun?" diye sordu bu sefer birazcık alayla.
Başımı olumsuz anlamda sallayarak "tabi ki güveniyorum." dedim.
" o zaman aşağı salona geç. Ben gerekli malzemeleri alıp geliyorum." dedi.
Şaşkınlık içinde "Sen ciddisin." dedim.
" tabi ki ciddiyim. Hadi." diyerek odadan çıkarken arkasında bir adet şaşkın Defne bıraktı.

Şaşkınlık bir dağ misali artarken kanepede oturmuş öylece bacağıma bakıyordum. Bacağım hala yaralar ve morluklar içerisindeydi fakat ben hiç o yaraların acısını hissetmiyordum. Babam alçıyı nazikçe çekiçle kırmış ve bacağıma hiç zarar vermeden makasla sargıları keserek bacağımı özgür bırakmıştı. Annem babamın bu yaptığına kızsa da pek de üstelememişti. Bunun ardından annem mutfakta pek te bir şey kalmayınca babamı markete göndermeye çalışmış fakat babam annemsiz hiç bir yere gitmeyeceğini söyleyince mecburen annemde markete gitmişti.

Dişler Ve PençelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin