Normal ve epey soğuk bir gün daha geçiyordu Choi klanında. Klandaki hizmetliler harıl harıl çalışırken meclis de sürekli toplantı yapıyordu. Bu sıralar fazlasıyla yoğun geçiyordu klanda günler. Lider Choi San, eşi Choi Wooyoung ile ilgilenecek pek vakit bile bulamıyordu sadece geceleri ve bazen de sabahları birbirlerini görüyorlardı.
Wooyoung da çalışıyordu. O boş durmayı sevmeyen bir Omegaydı. Gerek mecliste, gerek klanda, her bir bölümde istediği zaman çalışabiliyordu. Ama bazen o da çok çalıştığı için yoruluyor, kendisini direkt yatağına atıp dinlenmeye başlıyordu. Bu yüzden dikişe vakit ayıramıyordu ama yine de bunu dert etmiyordu.
İşte böyle ilerliyordu işler klanda. Park Klanı'nın aksine kendi klanının daha fazla çalışma yapması bir yandan San'ı sevindiriyordu içten içe. Şu an Park Klanının lideri Park Seonghwa, eşi ile romantik vakitler geçirirken San meclisle ilgileniyordu. Böyle devam ederse günler geçtikçe klanın ekonomisi büyüyecek ve en güçlü ekonomiye sahip klan, kendi klanı olacaktı. İstediği de buydu ya zaten.
Seonghwa'nın Klanı'nın kendi klanı ile kıyaslanmasına tahammül bile edemiyordu, aradaki farkı açarsa kimse Park Klanı'nı kendi klanı ile karşılaştırmaya tenezzül bile etmeyecekti, bu yüzden çok çalışıyordu San.
İçten içe kendi egosunu tatmin ederken birden eşinin kollarını hissetti göğsünde. Eşi Wooyoung ona arkadan sarılıyordu. Gülümsedi. O kadar çok çalışıyordu ki, âşık olduğu bu güzel adamla çok az zamanlar geçirmeye başladığı için bazen kendisine kızmıyor değildi.
"Bebeğim?"
"Çok çalışıyorsun Sannie." dedi Wooyoung tatlı bir şekilde. Eşinin kendisini bu kadar çok yormasını istemiyordu.
"Biraz dinlenmelisin." Wooyoung'un bu sözlerinden sonra mırıldanıp onu onaylamıştı. Arkasını dönüp eşine güzel bir öpücük verdikten sonra güçlü kollarını âşık olduğu adamın vücuduna sarmıştı.
"Yorulduğunu görmeyi sevmiyorum."
"Bana diyene bak." San şaka ile karışık sevgilisine cevap verirken Wooyoung az çok utansa da geri adım atmamıştı.
"Ne varmış bende?"
"Tüm gün meclisle ilgilenip sonra da odasına gelince bile yorulmak bilmeden iğne ipliğin başına geçen ben değilim."
"Beni boş ver, kendine bak asıl."
"O nasıl söz? Seni neden boş verecekmişim?"
"Sen daha çok yoruluyorsun sevgilim."
"Bence ikimiz de bunun tartışmasına girmeyelim." dediğinde ikisi de gülmüş ve yataklarına doğru adımlamışlardı. San yatağa, Wooyoung da San'ın göğsüne uzandıktan sonra konuşmalarına kaldığı yerden devam etmeye başlamışlardı.
"Biliyor musun Sannie? Her gece rüyamda bizi görüyorum." San eşinin bu tatlı cümlesine gülümsedi. Ne kadar yorulsa da günün sonunda sevgilisi ile birlikte geçirince sanki hiç yorgunluğu kalmıyordu. Wooyoung kendisine ilaç gibi geliyordu adeta.
"Birlikte çok mutluyuz. Kimse bizi ayıramıyor." San'ın yüzündeki gülümseme daha çok yayılırken "Zaten öyle." demeyi ihmal etmemişti.
"Kimse bizi ayıramaz sevgilim."
"Ayıramaz değil mi? Kimse, hiçbir şey ayıramaz."
"Tabii ki ayıramaz Wooyoung. Buna cüret eden her kim varsa onun canını alırım." Wooyoung daha sıkı sarıldı Alfasına. Onun böyle şeyler demesi, aralarındaki bağı bir hayli güçlendiriyordu.
"Biliyorum." diye mırıldandı Wooyoung. Düşüncelere dalmıştı.
"Alırsın." San eşinin boynuna uzun bir öpücük bırakıp gözlerini kapattı. Bu yorgunluğu üstünden çoktan atmış gibiydi.
Birbirlerine sahip oldukları her an cennette geçen dakikalar gibi geliyordu onlara. Bütün bu zorlukları veya her şeyin yarattığı yorgunluğu unutmak için birbirlerinin gözlerinin içine bakmaları yeterliydi. Çünkü San sadece Omegasının sevgi dolu gözlerinde hayat bulup bütün dünyadan soyutlanabiliyordu.
Kalbinde çiçekler açıyormuş gibi hissetti Wooyoung. San'ın büyüttüğü o Papatyalar, Lavantalar, Güller.
Ve yine San'ın mahvedeceği çiçekler. Özellikle mahvedeceği Güller.
Wooyoung'un en sevdiği çiçek Gül'dü.—
Yardımcısı Jeong Jaehyun ile birlikte yoğun bir şekilde çalışan Choi-Kang Yeosang, bir Omega olarak diğer Omegaların kızgınlık dönemlerinden nefret etmişti. Evet, işi şifacı olmaktı ama neden sanki planlanmış gibi birçok Omeganın kızgınlık dönemi benzer zamanlara denk geliyordu?
"Usta Yeosang, bugün çok yoruldunuz. İzin verin size her zaman yaptığım çaydan kaynatayım." Jaehyun demliğin başına geçmiş ve içine birkaç şifalı bitki kattığı suyu ateşe koymuştu. O, ateşin başında beklerken Yeosang sandalyesine oturmuş ve etrafı izlemeye başlamıştı.
"Burası bu kadar kalabalık değildi, değil mi Jaehyun?" diye mırıldandı karşı topraklardaki kalabalığı gösterip. Anormal bir şekilde kalabalık olan dağın etekleri ilginç ve göz alıcı görünüyordu.
"Her yıl düzenlenen 'Klanlar Arası Barış Festivali' için sıra Lider Park'a gelmiş anlaşılan Usta." diye yanıtladı onu Jaehyun. Haklıydı, sıra Seonghwa'ya gelmişti ve daha çok kısa bir süre önce yaptığı evliliğinin üzerine yorucu bir dönem daha ekleniyordu.
"Anlıyorum." Bakışlarını ve ilgisini başka noktalara verirken görüş alanına giren eşiyle beraber gülümsedi. Gözü yollarda kalmamıştı ancak Jongho'yu görmek ona mutluluk veriyordu, evli olmalarına rağmen birbirlerini çok az görebiliyorlardı çünkü.
"Choi Yeosang, bugün de harika görünmenizi neye borçluyum?" Jongho eşinin yanına varınca onu ayağa kaldırıp bir tur döndürdü. Omegasına olan aşkı o kadar sonsuzdu ki her bir saniyesini ona olan sevgisini göstererek harcamak istiyordu. Fakat klan ve meclis işleri asla beklemezdi. Bazenleri, sırf bu yüzden, Seonghwa'nın yardımcısı ve Meclis Başkanı olmaktan nefret ediyordu. Sadece Yeosang'la olduğu bir evrende yaşamayı tercih ederdi.
"O güzel gözlerinden ve bakışlarından dolayı olsa gerek." Eşine karşı bulunduğu iltifatlar Jongho'yu mutlu etmişti. Gülümseyip elini, neredeyse kendisiyle aynı boyda olan Omegasının yanağına yasladı.
"Bu şifacı beni büyülemiş olabilir mi?" diye fısıldadı eşinin dudaklarına. "Şifacılar büyü yapamaz Sayın Başkan. Kendinizi aşkın büyüsüne kaptırmış olmayasınız?" dedi ve bir adım uzaklaştı Jongho'dan. Jaehyun hâlâ ateşin başındaydı ve kendilerini görmüş olması çok muhtemeldi. Bu düşünceyle sarışın Omeganın yanakları kızarmış, yüzünü avuçları içine gömmüştü.
"Tam aradığım kişi olman o kadar güzel ki; çok utangaç ve bir o kadar da vahşi." Jongho kıkırdarken Jaehyun ikisine de birer fincan çay getirmiş, ardından eşyalarını toplamış ve âşık çifte özgür bir ortam bırakıp evine gitmişti.
"Baş başa kaldık, değil mi? O zaman neden evimize gitmiyoruz?" Yeosang'ın bu teklifiyle şifahaneden çıkmış ve küçük evlerine doğru yürümeye başlamışlardı. Birkaç dakika süren bu yolculukta genelde doğa ananın yarattığı o güzel ezgileri dinlemiş ve biraz da olsa her şeyden uzaklaşabilmişlerdi.
Neredeyse 1 haftadır gelmedikleri evlerine vardıklarında sarışın Omega anahtarı yardımıyla kapıyı zorlanmadan açmış, birlikte içeri geçmişlerdi. Kıyafetlerini değişmeden tozlu koltuğa uzanmış ve birbirlerine söyledikleri ufak sevgi sözcükleriyle uyuyakalmışlardı.
Aşk böyleydi işte; özel bir akşam hazırlayıp romantik bir ambiyans eşliğinde bir şeyler yemek veya tozlu bir koltukta uyuyakalmak. İkisi veya benzer her şey de birbirine aşkla bağlı olan iki insan bir araya geldiğinde mümkündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heavenly Omega | Seongjoong
FanfictionPark Seonghwa genç, asil bir klan lideriydi. Kim Hongjoong ise toplumdan uzak, biraz farklı bir betaydı. Tabii klanına bildirdiği üzere. . . "Herkes yalan söyler, sadece bazılarınınki bembeyazken bazılarınınki karanlıktır, hem de çok karanlık." . . ...