7

145 8 0
                                    

XI

Sorgu Yargıcı Mr. Fang'i ele alıyor ve onun adalet uygulama yöntemine küçük bir örnek veriyor

Suç, gayet ünlü bir karakolun bölge sınırları içinde, hatta çok yakınında işlenmiş bulunuyordu. Kalabalık, Oliver'a eşlik etme zevkini ancak üç sokak boyunca ve Mutton Hill denilen bir yokuştan aşağı indiği sürece tadabildi. Sonra Oliver'ı alçak bir kemerin altından ve kirli bir avludan geçirerek ayaküstü adalet uygulayan bu karakolun arka kapısından içeri soktular... Girdikleri yer parke taşı döşeli, küçük bir bahçeydi. Burada elinde bir deste anahtar ve suratında bir deste bıyık olan bir adama rastladılar. Adam umursamadan:

"Gene ne var?" diye sordu.

Oliver'ın yakasına yapışmış olan adam, "Küçük yankesicinin biri!" diye yanıtladı.

Anahtarlı adam, "Çarpılan siz misiniz bayım?" diye sordu.

Beyefendi, "Evet benim!" diye yanıtladı. "Ama mendili bu çocuğun aldığından emin değilim. Davacı olmamayı yeğlerim."

"Sorgu yargıcının karşısına çıkmak şart bayım: Yargıç hazretlerinin odası yarım dakikada boşalır. Sen bu tarafa... Darağacı adayı!.."

Bu, kapısını açmakta olduğu taş hücreye girmesi için Oliver'a yönelttiği bir çağrıydı. Hücrede Oliver'ın üzeri arandı ama hiçbir şey çıkmadı. Sonra onu oraya kilitlediler.

Bu hücre, boy ve biçim bakımından açık bir kilere benzetilebilirdi ancak o kadar aydınlık değildi. Dayanılmaz kertede pisti çünkü. Cumartesi gecesinden bu yana altı sarhoşa ev sahipliği yapmaktaydı ve şimdi pazartesi sabahıydı. Ama bu da bir şey mi? Semt karakollarımızda her gece, kadın ve erkek, bir sürü kişi en entipüften suçlamalarla öyle deliklere kapatılırlar ki Newgate Zindanı'nda, en vahşi canilerin –yargılanıp suçu sabit olmuş, ölüme mahkûm edilmiş kişiler– kaldığı hücreler bunların yanında saray gibi kalır! Buna inanmayanlar lütfen gidip ikisini kıyaslasınlar.

Anahtar kilitte döndüğü zaman yaşlı bey hemen hemen Oliver kadar üzgün görünüyordu. İçini çekti ve bütün bu kargaşanın suçsuz nedeni olan kitaba baktı. Kitabın kenarını dalgın dalgın çenesine vurarak ağır ağır uzaklaşırken, "Bu çocuğun yüzünde öyle bir şey var ki!" diye söylendi kendi kendine. "İçime dokunan, aklımı kurcalayan bir şey... Suçsuz mu acaba? O bakışı..." Beyefendi ansızın durup havaya bakarak, "Tanrım!.." dedi. "Vay canına! Bu bakışın benzerini nerde gördüm ben?"

Bir süre kafa yorduktan sonra beyefendi düşünceli bir ifadeyle bahçeye bakan bir arka odaya girdi. Bir köşeye çekildi ve uzun yılların sisli perdesini bir kenara sıyırarak bu perdenin ardında kalmış olan sayısız yüzleri yeniden gözünün önünde canlandırmaya başladı. Başını iki yana sallayarak, "Yok," dedi. "Hayal olsa gerek."

Yine gözden geçirdi o yüzleri. Bir kez belleğine çağırmıştı ya onları, bu kadar uzun süre boyunca onları gizleyen perdeyi yeniden yerine koymak kolay değildi. Dost yüzleri vardı burada, düşman yüzleri vardı; şimdi yaşlanmış olan genç, çiçek gibi kızların yüzleri vardı. Öyle yüzler vardı ki toprak onları ölümün hazin birer andacı haline getirmişti. Ama ölümden güçlü olan insan onları hâlâ eski tazelikleriyle güzelliklerine büründürüyor; gözlerin ışığını, gülüşün parıltısını, et maskenin ardındaki ruhun aydınlığını yeniden canlandırıyor ve mezarla bitmeyen bir güzelliğin haberini fısıldıyordu. Öyle bir güzellik ki değişiyordu ama ancak daha güçlenmek için; yeryüzünden ayrılıyordu ama ancak yükseklerde bir ışık olmak ve Cennet yoluna hafif ve tatlı bir aydınlık serpmek için...

Ama yaşlı beyefendi Oliver'ın yüz çizgilerinde izi olan herhangi birini anımsayamadı. Depreştirdiği anıların etkisiyle derin bir göğüs geçirdi ve (ne mutlu ki) unutkan bir bey olduğu için onları gene o sisli perdenin ardına gömerek elindeki kitaba daldı.

Oliver TwistHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin