15: Heykeller, Cevapsız Bulgular

1.7K 58 68
                                    


Kimsesizlik bir yokluktu; içinde biriken kederlerin sıcacık hislerini sömürdükten sonrasında mideye sızan bir açlıktı, yüreğinde durmaksızın pompalanan kıpkırmızı kanları kurutan susuzluktu. Zihnine bir bulut gibi dağılan düşünceleri söndürecek bir hiçlikti, ışık ansızın karanlığa teslim olduğunda gözlerinin yalnızca ayırt edebildiği bir boşluktu.

O'nun işkencesiydi kimsesizlik, O'nun verdiği bir cezaydı. 

Cecilia'nın bükülen dudaklarıyla, koşarken ani bir hızla yere düşen, düşüşünün ardından dizleri kanayan bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak geldi içinden. Muzan'ın omzunda kalan eliyle hiç kımıldamadan durdu, sindiremediği sözcüklerle taş kesildi. O şimdi kendisini yok mu sayıyordu, yapayalnız mı kalmıştı?

Dili damağında kalmış gibi hiçbir cevap çıkmadı dudaklarından. Fakat genç kızın yüz ifadesi iç dünyasındaki karartılardan çok uzaktı. Hafif bir mutluluk okunan yüzü değişmemişti hiç. Dudaklarındaki kan kırmızılığı çekilmiş gibi solmamıştı. Sadece ustaca bir yalanı değil, gözlerinin içinde var olan duyguları, ruhunun aynasını gizlemeyi de öğrenmişti.

"Başını dik tut," diye söylendi fısıldarcasına. Genç kızın pudra beyazlığındaki tenine kızıllık bulaştırmayı kesti, Cecilia'nın giderek eğilen başına karşın parmaklarıyla çenesinden kavrayıp yüzünü dikleştirdi. "Benim yanımda zayıf görünme, Cecilia."

"Ürkekliğimi geride bıraktığımı sanıyordum oysa," diye soludu. Cecilia dimdik duran başını oynatmadan kollarını birbiriyle kavuşturdu. "Ben bu akşam gözlerinizin içine ilk defa çekinmeden baktığımı düşünmüştüm."

Sözünü kesti birdenbire. "Gözlerimdeki henüz sönmemiş hiddeti gördün mü?" diye sordu. Gözlerini Cecilia'nın göz bebeklerine yaklaştırdı ani bir hızla. Genç kızın çenesine yerleşen buz gibi parmakları sertçe sıkılaşmaya başlamıştı. "Ürperdin mi?" dedi. Sakin bir tonda çıkan sesi kan dondurucuydu. Her zamanki acımasızlığı sesiyle birleşmişti, o acımasızlığı paslanmaz bir demir gibi varlığını asla yitirmiyordu. Cecilia o gözleri izledi bir süre, ancak o sesi bir kez daha duyduğunda, kulaklarını kanatacak bir biçimde geldiğinde istemsizce gözlerini kaçırdı. "Ayağını denk al."

Muzan, Cecilia'nın çenesini kavramayı bıraktı. İleriye tek bir adım attığı sırada dört duvarın her birine yerleşmiş sürgülü kapılar açıldı. İblis Lordu genç kızın yanından, sanki değersiz bir toz parçasının yanından geçermiş gibi süzülerek aralanan kapıya yöneldi. 

Onun kendinden uzaklaşmasıyla birlikte Cecilia'nın bağlanan kolları birbirinden koptu, yüzüne yansıyan kırgınlıkla nahif parmakları avucunda toplandı. Gerileyen adımlarıyla bedenini arkaya çevirmiş, Muzan'a seslenmişti. "Gidiyor musunuz, yine ıssız duvarlarla yalnız mı bırakıyorsunuz beni?"

"Bana hâlâ kızgın mısınız?" diye devam etti. İnce sesinin tonu neredeyse bağırmaya yakındı. Katlanamıyordu, onun tarafından yok sayılmak katlanılamazdı. Onun bu tavırlarındansa günlerce, aylarca, yıllarca alnından terler boşalmasına sebebiyet veren kâbuslar görmeyi yeğlerdi. Hiçbir şey ama hiçbir şey onun yokluğu kadar dayanılmaz olamazdı.

"Dediğiniz gibi, şimdi gerçekten yerlerde hissediyorum kendimi. Bana eskisinden daha mesafeli, daha şiddetli bir öfkeyle yaklaşıyorsunuz. Bakışlarınızla gözünüzde değersizleştiğimi, istenmediğimi anlatıyorsunuz bana. Farkındasınız çünkü. Siz verdiğiniz cezanın ağırlığının farkındasınız." 

Avucunda toplanan parmakları genişledi. İşaret parmağını yukarı kaldırdı, yavaşça Muzan'ın sırt kısmına dikti. "Zira ruhsal acı, bedensel acıdan daha ölümcüldür."

Belladonna - Muzan KibutsujiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin