❝ Today is another day to find you.❞
.
Uyku sersemliğimi atabilmek için yüzüme iki kez buz gibi suyu çarptıktan sonra musluğu kapatıp ıslak ellerimi gelişi güzel saçlarıma geçirdim ve öne düşen tutamları geriye yatırdıktan sonra ellerimde kalan ıslaklığı tişörtüme silerken banyodan çıktım.
Nasıl hissedeceğimi ya da evrenin benden nasıl olmamı istediğini bilmediğim sabahlardan biriydi.
Her güne hayatım bir daha eskisi gibi olmayacak hissiyle uyanmak midemi bulandırıyordu. Bir şeyler gerçekten değişiyordu ama ben ne olduğunu kavrayamadan gün bitiyor ve sancılı yarınlara esir düşüyordum.
Hayatım boyunca kelimelerle aramın hiç iyi olmadığını sanarken son zamanlarda asıl anlaşamadığım şeyin insanlar olduğunu yeni anlıyordum. Doğrusu bunda sorun görmüyordum çünkü onlar beni anlamıyordu ama ben de onları anlamıyordum zaten.
Düşüncelerime fazla dalmış olmalıyım ki dakikalardır koridorun ortasında dikildiğimi Taeyong seslenince fark edebilmiştim. Beni mutfağa çağırdığında onu ikiletmeden güzel kokuları takip ettim.
"Bunca yıldır bu yeteneklerini bana göstermediğin için seni arkadaşlıktan reddediyorum." sakin konuşmamın aksine şaşkın gözlerle Taeyong'un hazırladığı sofraya bakakalmıştım.
"Çok geç, kalbime gireni bırakmam asla." Taeyong'un gülerek söylediği şey bende ona küfretme isteği doğursa da sessiz kalıp masadaki yerime geçtim, önce yemek yemem lazımdı.
Yemek yemeyi büyük bir ihtiyaç olarak görmesem de açlıkla iyi baş edebildiğim söylenemezdi, açlığa çok iyi dayanırdım ama açken normalde olduğumdan daha da sevimsiz bir tipe dönüştüğüm için genelde arkadaşlarım beni tok tutmaya özen gösterirlerdi.
"Afiyet olsun." yemek yemekle meşgul olduğum için Tayeong'a kısa bir bakış atıp başımı salladım.
"Ellerime sağlık, değil mi?"
Ağzımdaki lokmayı bitirdikten sonra baygın bakışlarla Taeyong'a baktım.
"Övülmeden rahat edemiyorsun değil mi?...eline sağlık, her şey çoook güzel olmuş, şimdi sus." Taeyong'un tatlı kıkırtısını görmezden gelmeye çalışıp kahvaltıma devam ettim.
Midemizin ta dibinde hissettiğimiz tutku denen şey nedir?
.
.
Okulun girişinde takım arkadaşları Taeyeong'u benden çaldığında-Taeyeong benim değil ki ne diyorum ben...her neyse bahçenin ortasında yapayalnız kalmıştım işte ama neyse ki içimdeki huzursuzluk büyümeden bana doğru koşturan Mark'ı fark edip kendime gelmiştim.
Koşup aniden üzerime atladığında ağlamak istedim çünkü mutlulukla ne yapacağımı kestiremiyordum ama Mark'ın bu konulardaki beceriksizliğimi umursamadığını biliyordum.
Gülümseyerek ona baktım, o da gülümsedi ve bir süre sonra istemsizce kıkırdamaya başlarken içimden hayat gerçekten çok garip diye geçirip durdum.
Ona bakarken sürekli onun gerçek olup olmadığını sorguluyordum, gerçek olamayacak kadar iyiydi.
Kötü bir dünyada yaşayıp da o kötülüğün üzerine nasıl bulaşmadığını anlayamıyordum, gerçi ben zaten çoğu şeyi anlayamıyordum.
"Beni aldatıyor musunuz?" Haechan birkaç tutamını mora boyadığı saçlarına güzel bir fön çekmişti ve her zaman ki gibi -nasıl olduğunu hala çözemesem de- herkeste iğrenç duran okul forması onda sahne kıyafeti gibi duruyordu. Bu çocuk niye bizle takılıyor ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's okay, that's love
Фанфикçünkü aşk, acıyı da doğurur ne kadar çok seversen o kadar çok acı çekersin. ana çiftler: dotae, renmin, markhyuck